27 Kasım 2007 Salı

Hakkaten ya, nasıl götürmüşler koskoca tapınağı???


Ben aslında kendimi hiçbir zaman uyku problemi olan bir insan olarak tanımlamadım. Başka başka bazıları anne baba cinsi özellikle tam tersini düşünse de... Geç yatmayı severim çünkü yalnızlığı severim. Bunu da bir problem olarak görmüyorum. Çocukluğuma mı dönmem gerekir bilmiyorum ki. Eğer deşelersek şunu söyleyebilirim: Benim annem kısıtlayıcı bir anne olmadı hiçbir zaman. (İyi mi, kötü mü hala anlayamıyorum) Şu saatte yatılacak, bu saatte kalkılacak, sütünü içtin mi, çikolata yeme... gibi şeyler duymadım çocukken. Uyku disiplinsizliği oradan kaynaklanıyor olabilir. Daha sonra ilk hatırladığım uzun geceler "Gece Kuşu"na denk geliyor galiba. Okan Bayülgen fanatikliği+uykusuz geceler ortaokul yıllarına denk geliyor yani. Lise yıllarında da arkadaşlarla kalmalar, içmeler, gizli gizli sigara içmeler hep herkesin yataklarına çekilmesini bekledi tabi. Lise son "ya anne ben sadece gece çalışabiliyorum" safhası. Sonra üniversite. Zaten bende iplerin koptuğu dönem. Düzenle, disiplinle aramdaki son köprülerin de yıkıldığı dönem. Okulu sevmeyen, okula gitmeyen, nasıl 4 senede mezun olabilidiğini bi türlü anlayamayan ben. 1 haftada bitirme projesi hazırlayıp 90 alıp mezun olan ben. Bu durumda okula olan saygısının son kırıntılarını da harcayan ben. Kendini üniversite mezunu saymakta zorluk çeken ben.


Yani demek istediğim ben geç yatarım. Geç kalkarım. Ama son bir haftadır falan benim "kendimce" düzenim bozuldu. Uyuyamıyorum. Gözümden uyku akıyor ama uyuyamıyorum. Garajın kapısının sesi, Bahadır'ın nefes sesleri, eve hapsolmuş bi türlü ölemeyen bi sinek gecelerimi kabusa çeviriyor.






Kendi kendime saçma sapan inatlaşan bi insan olduğum için dün dedim ki bugün üstüme gelmeyeceğim. Uyumaya çalışmayacağım. Bayılıncaya kadar kitap okuyacağım. Zaten önceki gün Elif Şafak'ın "Siyah Süt" kitabını almıştım ve içine düşmek için fırsat kolluyordum. Fırsat kollamak değil aslında ya, "hadi başlıyoruz" dememi bekliyordum diyelim. Bire doğru yatağımıza kurulduk, acayip hevesle kitabın taptaze kapağını açtım, ki çok keyif aldığım birşeydir. Yeni kitap kapağı, yeni kitap kokusu, yeni kitaba ayraç seçme heyecanı... Okumaya giriştim ki canım kocam sevimli ötesi şey dürtüklemelerine başladı. (Seksüel malzeme çıkmaz bu yazıdan heveslenmeyin.) Kendisi "story of art" okuyorlardı yanımda. 5 dakikada bir "mısır'a gitmemiz lazım", "koskoca Artemis'i nasıl da götürmüşler di mi?", "eskiden sokaklarda sepette meyveler dururmuş", "adamın işi gücü yokmuş tavşan çizmiş" gibi sanatsal "yor"umlarıyla beni "yor"du. "Hayatımın erkeği uzun süredir hiç bu kadar hevesle bir kitap almadım elime, 2 dakka dur" diyemedim. Onun yerine hıhı, evet, hihihi, tabi tabi gibi geçiştirme cümleleri kurdum ama hevesi pek kırılmadı uykusu gelinceye kadar. Kitabı bıraktıktan 10 saniye sonra derin derin uykulara daldı tabi. Ve ben Elif Şafak okumaktan zevk alan bir insan olarak zevkli zevkli kitabımı okudum. 1 saati falan geçti sanırım, hem uyanık olup hem de 1 saatten fazla sigara içmemek olmaz tabi. Oturma odasına geçtim. Biraz da orada okudum 5-6 sigara hüpleterek. Ve dadannn!! uykum geldi. Yat uyu kardeşim. Saatlerimiz sekizi gösterinceye kadar "yat, dön dön, kalk, sigara iç, en saçma tekrar programlarını seyret, yat, dön dön, kalk" döngüsünü yaşadık. Bu arada Bahadır'ın kılının kıpırdamaması iyice sinirlerimi bozdu tabi.


Madem erken kalkamıyorum o zaman yatmam ben de. Zavallı kahvaltı yüzü göremeyen kocacığıma kahvaltı hazırladım. Bugünün karı (a'nın üzerinde şapka var) da o oldu.


Sonuç olarak bugünün amacı akşama kadar kasıp mantıklı bir saatte yatıp mantıklı bir saatte kalkmak. Çok acıklı ya.. Her zamanki halim. Alınan binlerce kararlar, uyulmayan binlerce kararlarlarlar...

13 Kasım 2007 Salı

Defol git ya....

Sanırım havalarla alakalı birşey ama yok değil... Biz az biraz tilki, zeytin, ot, doğa, böcek, kurbağa bir ortamda yaşadığımızdan genel olarak çok mutluyuz ama bu aralar heryer sinek. Öyle normal sinek de değil. Uyuz sinek, iğrenç sinek, korkusuz, yapışık sinek... Gelip burnunuzun ucuna konan el kol sallamalara aldırmayan yerinden kıpırdamayan sinek... Uçan sineğe yumruk atmak zor birşey değilmiş onlar sayesinde anladık. Evin içinde sinek ilacıyla geziyorum. ÇOK DARALDIM YAAAA...



maybe happiness is something that we can only pursue...

En son yazdığım yazı ne kadar kötü olmuş. Ne demek istediğimi ben bile anlamadım. Türkmax'ta Atatürkcüğümün cenaze törenini izlemiştim. Galata köprüsü toprak yol sanki. Bi acayip olup coşup kabarıp saçmalayıvermişim. İyi birşeyler demek istemişim ama diyememişim. Neyse düzeltme yapabiliyor olsaydım yapardım. Ama beceremiyorum. Bir keresinde bir yazıyı düzelteyim dedim. 3 kere değiştirip yine ilk versiyonu koydum. Bu da böyle kalsın.
Gelelim beni bilgisayarın başına oturtan meseleye. Annem çocukluğumuzdan beri bize hep "İstemekten korkmayın, gerçekten istediğiniz herşey birgün mutlaka gerçekleşir." der. 3-4 yaşındayken bile beni oturtup saçma sapan konuştururmuş. Anlatırmışım işte "villam olacak, hizmetçim olacak". Hayal gücü çok geniş bir çocuk değilmişim sanırsam. Canım abim anlatırmış "yanyana villalarımız olacak, köpeklerimiz olacak, benim köpeğim senin köpeğini ısıracak":) Erkek çocuğu işte... Ben de oturur ağlarmışım. (Kız çocuğu işte...) Şimdi bu mesele yeni trend. (secret meseleleri)
Eveeeet, şimdi istiyorsunuz oluyor. Çocukken beynime kazınmış işte. Ben bunun gerçekten böyle olduğuna inanıyorum. Ama "gerçekten istemek" o kadar da kolay birşey değil. For example ben, isteme problemim var. Azla yetinmekten hiçbir şey isteyemiyorum. Hırs, gaza gelmek bünyeden alınmış. Ben iyiyim ama birşeyler eksik farkındayım. Bunun farkında olmam için "Pursuit of happyness" ve "Rocky Balboa"yı bir gün arayla seyretmem gerekmiyordu ama coşku seli bu filmler beni bilgisayar başına oturttu.
Rocky benim, benim kuşağımın, abimin, abimin kuşağının, babamın, babamın kuşağının kahramanı. Hırs manyağı, iyi kalpli, mütevazi Rocky'miz o bizim. Sevgi dolu, aşık boksör. Çocukluğumdan bir hatıra diyeceğim (Rocky 4 benim sinemada seyrettiğim ilk film, Allattin'in uyduruk bir çizgi filmine gitmiştim 4-5 yaşlarında ama o sayılmaz.) ama tam olarak o da değil. Ben çocukken aramızda olmayanlar da bu adamı sever bence. Naif adam, al içine sok. 50 küsür yaşındaki Rocky'i ringde seyrederken, yerimizde duramadık. Dolduk, taştık. Çok bi keyiflendik. İstersen olur, orası tamam, ama bu mesele ikinci planda kaldı. Biz Rocky'i çooooook seviyoruz. Mahallemizin abisi...
Pursuit of happyness ise apayrı bi mesele. Filmi seyrederken hiç durmadan "içim kurudu" deyip durdum. Kendimi ifade edecek şey bulamadım. "İçim kurudu" ne demek ki:) Ama içim kurudu işte... Hiç durmadan ağlamam ayrı birşey onu kastetmedim ama. Boğazım düğümlenmedi heryerim düğüm düğüm oldu tıkandım, abarttım biliyorum ama çoooook etkilendim. Zorlukların karşısında bu kadar dik bir duruş, böyle bir motivasyon bana çooook uzak. Tanrısal:) Will Smith yaratığına da kocaman bir sempati oluştu içimde, elimde değil. Anlatılmaz seyredilir, seyrettirilir...
Hani derler ya özellikle kadınlar kendilerinde birşeyler buldukları kitapları, filmleri çok severler. Ben kendimden hiçbirşey!! bulamadığım bu iki filmi çok sevdim. Ders çıkardım mı?? Hayır. Ben adam olur muyum?? Zor...

10 Kasım 2007 Cumartesi

vızıldamalar...




Bu yaşadığımız günlerde, bu yıllarda Atatürk'ü eleştirmek ne kadar kolay. Benim canım da eleştirmek istese (bu kıt bilgilerimle) neler çıkarırım şimdi. "Atatürkçülük çağ dışı kaldı" demek ne kadar kolay. Dünya hızla değişiyor, ona adapte olmalıyız... Biiiz hepimiz tam uyum sağladık ya değişen dünyaya, vır vır konuşabiliriz... Hepimizin elinde son model cep telefonları var ya... İnternetle bütün dünya elimizin altında ya... Atatürk mü kaldı??!!




Geçen günlerde Youtube'da bir belgesel parçacığı seyrettim. Diyarbakır'da bir meydan, ışıklarla yazmışlar: Ne mutlu Türküm diyene... Birkaç kürt genç belgeselci ufak beyine hararetle anlatıyorlar. Ne demekmiş efendim ne mutlu türküm diyene, hassas yürekleri inciniyormuş, bu yazıdan hiç hoşlanmıyorlarmış, çok rahatsızmışmışmışlar... Hassas yürekleri gerçekten inciniyor olabilir ama bunun suçlusunun Atatürk ya da o çok önemli söz olmadığı kesin... Yıllardır güya çoook vatansever olan amcaların bu sözü kullanış şekli ve güya çooook milliyetçi olan anne babalarının bu sözü o çocukların gözüne sokuş şekli. Ben bu sözü gördüğüm zaman şişinip şişinip "Aman ya iyi ki de türküm, allah korusun kürt olsaydım, arap olsaydım, ingiliz olsaydım ne yapardım yahu??" mu diyorum. Ben bu sözle ülkemin ümmetler üstü bir yere taşınmasını kutluyorum, insanlarımın en hassas din duygularının kullanılarak köleleştirilmemesini kutluyorum, bir kuldan öte bir vatandaş haline geçmemizi kutluyorum... Bir Türk dünyaya bedeldir, 1/2 japon üç fransıza eşittir, 4 meksikalı bir amerikalıyı çok rahat döver değil mesele. Zor zamanlarda yepyeni bir düzen kurulurken "Türk (vatandaş olmak asıl mesele bence) olmak insanlara sunulmuş "lüks" bir seçenektir. Ulus devlet bazı kulaklara incitici gelse de o geçiş süreci için en iyi seçenektir bence.




Eleştirmek, karalamak en kolay şey. Ben anlamaya çalışıyor ve yakışıklı Atatürk'ümü sımsıcak kucaklıyorum...






6 Kasım 2007 Salı

Dandini dandini meseleler...

Ben ,2 yılı aşkın süredir evli bir insan olarak, artık çocuk yapmayı düşünmeliymişim. Bu bizim çocuk meselesinin en basit ve kibar tanımlaması. Bu çooook çoook önemli mesele hakkındaki yorumlar muhtelif. Bazı sabırsız anneler "ben doğurayım bari"ye kadar ilerletebiliyor işi. Bir arkadaşım evliliğinin 4. senesinde insanların "çocukları olmuyor", "koca kişisi boşanmayı düşünüyormuş zaten" dedikodularından gözyaşlarıyla bahsetmişti. Çünkü insanların 4 yıl evli kalıp da çocuk yapmamak gibi bir tercihi olamaz!!! Al sana mahalle baskısı... "Sizin çocuk dershanede kaçıncı oldu?"dan başlar, "Hangi üniversitede?", "Eee, üniversite bitti, evlenmiyor mu? Arkadaşı var mı?","Kaç senedir geziyor o çocukla?" diye devam eder. Evlenip de huzura kavuşmak tabi ki de mümkün değil. Ama her geçen gün kızlarımızın üstünde artan bu yük evlilikle hafifler biraz. Evlenince de iki nefes alıp çocuk yapıp, bır bır konuşan kalabalığa karışmanız beklenir. Kendinizi bunlardan uzak tutmaya çalışabilirsiniz, bazen çok yorucu olur ama olur yani. Eleştirilere karşı sağlam durup kötü gelin olma pahasına kayınvalidenizin günlerine katılmayabilirsiniz. Benim birçok arkadaşlarımın bunlarla hiç alakası yok. Ama inanın ben çoğunluktan bahsediyorum, büyüüüük bir çoğunluk...



Ben aslında çocuk sever bir insanım. Şu anda 17 yaşında olan kardeşimi kucağıma aldığımda daha 11 yaşındaydım ama şimşekler çakmıştı. Birgün anne olacağımı o zaman anlamıştım galiba. Şu anda 20 aylık olan yeğenim bana hala gerçek değilmiş gibi geliyor. İnsanın sevme kapasitesi beklediğinden çok fazla olabiliyor. "Arzu ve Aslı" benim için "senin için canımı bile veririm"in anlam bulmuş hali. Onlardan bile daha çok sevebileceğim birine sahip olma fikri süper ama mantık dışı. Uzak... Ben şu anda birini o kadar sevebilecek güce sahip miyim? Kendini bu kadar didikleyen bir insan nasıl bir anne olabilir? O çocuğun beynini didik didik bitirmez mi? Ben nasıl bir rol model olabilirim ki? Aslında ben bu soruları kendime soracak kadar bile çocuk sahibi olma fikrine yakın hissetmiyorum kendimi. Olamaz mı??? Asıl derdim bu..

5 Kasım 2007 Pazartesi

Önemli olan kullanmak değil sahip olmak...


Vintage biscuit'i okumayı çok seviyorum. Kedi sevgisini %100 paylaşmakla birlikte etrafımda böyle bir insan olmasını istemezdim ama bir yerlerde böyle bir insanın olduğunu bilmek güzel. Genel hatlarıyla nefis bir insan ama benden uzak olsun. Benim sevme şekillerimden biri de bu. Perihan Mağden, vintage biscuit, kocacığımın eski sevgilisi, Aysel Gürel... Sizi çooook seviyorum, uzaktan!! Bütün bu lüzumsuz laflardan sonra asıl söylemek istediğim: vintage biscuit ve birçok blog yazarının çektiği ayakkabı resimlerine bayılıyorum, özendim ben de çektim... Offf ya bi saattir bunu söylemeye çalışıyorum...



Topuklu ayakkabılarla yürümeyi beceremeyen "ben the kadın müsveddesi" öle bayıla aldığım bu ayakkabının topuğunu ilk giydiğim gün anormal bir şekilde çizerek derin bir hüzne gark!! oldum sevgili okur. İkinci bir kere giyme ihtimalim zaten çok düşük olan bu ayakkabı da hevesle alınıp giyilmeyenler dolabında yerini almış oldu. Yaşasın Converse!!!!