27 Eylül 2007 Perşembe

Fuck u....

İçim öyle bir nefretle dolu ki kanımın damarlarımı yaktığını hissediyorum.

26 Eylül 2007 Çarşamba

Sarışına hastayım seni gördüm yastayım....

Hayatla alakalı büyük büyük laflar etmek istiyorum. Tespitler yapmak istiyorum. Şu şöyledir, bu böyledir... Büyük büyük sallamak istiyorum. Ama bazılarının da bana inanması lazım. "Vay be, ne güzel konuştu, nerden de buluyor bu lafları??" deseler nefis olurdu. Ben bir laf etsem mesela adamın teki gidip Ferrarisi'ni satsa...

Ben genellemeler yapmayı çooook önceden bıraktım. Keşke bırakmasaydım diyorum çoğu zaman. Ne yapacağımı şaşırdığım zamanlarda benim de cebimde bana yardımcı olacak birkaç genellemem olsaydı. Bakınız. Ayşe Özgün, Seda Sayan... Ne kadar tutarlı, ne kadar güvenilir, ne kadar kendileriyle barışık insanlar. Herşeyin en doğrusunu bilmek ne kadar iç rahatlatıcı birşeydir kimbilir, ben bilmem. Seda Sayan ve elleriyle çizdiği porselenleri (yalancı) halkın tam güvenini kazanırken, ben en yakın arkadaşlarımın bile güvenini tam olarak kazanabildiğimi zannetmiyorum. Neden? Genellemelerim yok. ("ondan mı acaba?" demeden de duramam ki yine güvenemem bu söylediğime de.) Aslında var...

"Bütün Seda Sayanlar Gerizekalıdır."
"Bütün Öykü Serterler Mutsuzdur."
"Bütün Nihat Doğanlar Bu Ülkeyi Terk Etmelidir."

Bu genellemelerin kimseye faydası yok tabi. Ben faydalı olmak istiyorum. Hayran olduğum bir kişilik olduğu için Seda Sayan'a takıldım, örnek vermeden geçemiyorum. Seda Sayan olmasa biz kardeşimizin kocasıyla kaçmanın kötü birşey olduğunu nereden bilecektik. Aha kadın bir lafıyla yüzlerce Türk ailesinin hayatını kurtarıyor. Ben de çeşit çeşit, boy boy yargılar üretsem oturduğum yerden. Desem ki seyretmeyin şu gerizekalıları, kitap okuyun, "abre los ojos" kocaman bir dünya var...

İnandırıcı olamam ki, celebrity güvenlik endeksin kaç demezler mi?

Haklılar zaten. Olay doğru şeyler söylemek değil, sürekli aynı şeyleri söylemek... (bazıları buna tutarlı olmak diyor)

ps. sevgili okur çok hastayım, biraz beynim bulanmış olabilir, siz kendinize iyi bakın. havalar malum...

20 Eylül 2007 Perşembe

Silin facebook accountlarınızı özgür kalın...


Bugünlerde herkes kafayı "facebook"la bozdu. (Ben de dahil...) Ama o kadar saçma, o kadar saçma ki... Vampirdi, çikolataydı, biraydı derken herkes ne yapacağını şaşırmış durumda. Question is: "what's the point?"


* Facebook sayesinde belki yeni insanlarla tanışmıyoruz ama sosyalleşmeye yardımcı bir unsur olduğu kesin. Uzun süredir görüşmediğimiz insanların neler yaptığını az çok görüyoruz, bir yakınlık oluşturuyor otomatik olarak. Yıllardır görmediğim adamla iki mesajlaşsam ne olur ki falan diyebiliriz. Hiç belli olmaz. Beklentiler çeşitli. Çiftleşme beklentisi internette sosyalleşmeyi her zaman tetikleyen birşeydir. Uzak arkadaşlarla sevişmek yakın arkadaşlarla sevişmekten daha mantıklıdır. Aranızın pek iyi olmadığı adamları da ottu, boktu, margaritaydı, okşamaydı, dürtüklemeydi yumuşatma olanakları çeşitli. Canım kocam bu tuhaf uygulamanın iş hayatında da faydalı birşey olabileceğini düşünüyor. Ama açıkçası ben hafta içi ona buna yastık, patates atan bir adamla iş yapmak istemem. İş ortamlarında dikkatli olmak lazım sanki. Karizma her an yerle bir olabilir. Siz jedi vs. sith de level level gezerken bunun için ne kadar uğraştın derse biri verecek cevap bulamazsınız.


* Arkadaş listesi şişirmek önemli. Manalı bir kalabalık olmasına gerek yok. Arkadaşınızın arkadaşının eski erkek arkadaşını listenize eklemekte hiçbir sakınca görmeyin. Millet görsün uzun listenizi. "Vay be ne sosyal adam, ne çok arkadaşı var" desin. Amaç sosyalleşmek değil mi? Sosyalleşmek ya da sosyal görünmek ne farkeder? Sosyal görünmek de sosyalleşmenin bir yoludur.


* Dijital fotoğraf makinelerinin hayatımıza girmesiyle beraber arşivler şişti. Binlerce fotoğrafınız var. Seçin en karizmaları. Aslında karizmadan öte şeyler lazım "facebook"ta. Siz süper çıkmış olabilirsiniz ama geçin onu, yok mu Amsterdam'da, Venedik'te, ofisinizin en gelecek vadettiği köşesinde bir fotonuz?? Gösterin ne kadar süper bir hayatınız olduğunu, gösterin ne kadar süper bir tatil yaptığınızı. En çok siz gezdiniz. Kanıtları dökün...


* Çok gezmek başarılı bir hayatın belirtilerinden. İyi bir iş, şık bir ofis. Ama yetmez, evlilik, çocuk... Dökün bütün başarılarınızı. Özellikle eski erkek/kız arkadaşınıza göstermek istediğiniz çok şey yok mu?? Düğün fotoğrafları, karınızın/kocanızın/çok çok güzel kız arkadaşınızın en güzel fotoğrafları, sizi en çok severken fotoğrafları, en en romantik anlar. Çekinmeyin herkese gösterin aşk hayatınızın nasıl inanılmaz olduğunu...


Çok çok masum şapşirikler de var tabi. Ama onların da %90'ının ya işi yok ya da işlerini sevmiyorlar. %10 da benim içimde kalan son iyi niyet kırıntısı...

17 Eylül 2007 Pazartesi

Desire...

Ben milyonlarca Ferrero Rocher çikolata, nescafe, bira ve doritosla (yeşil) bir odaya kapatılsam, cezalı falan olsam mesela. Günlerce günlerce Sims oynasam... Hiç suçluluk hissetmesem...

13 Eylül 2007 Perşembe

Adrasan...



Göcek'ten gözyaşlarıyla ayrıldık. Çok sevdik galiba Göcek'i. Yolumuz uzun. Düştük yine yollara. Patara'ya gittik. Ben yine pek beğendim. Girebileceğimiz en güzel yerlerde denize girdik bu yaz.




Yine düştük yollara. Adrasan'a... Güzel deniz, daha güzel deniz, en güzel deniz... Bu sefer bungalowda kaldık. Bizim banyoyu karıncalar bastı. Oyaların tuvaletinden kurbağa çıktı. Kahvaltıda yumurtalarımızı arılar yedi. Biz çok mutluyduk ama...





Adrasan'da 3 gün kaldık. Birgün Olympos'a gittik. Top oynadık. Denize girdik. Ne bulursak yedik içtik. (Sarımsaklı ekmekler süperdi haklısın Bertancım) 51 oynadık. Tatilimizi burada noktaladık.


Aman allahım!! Çok önemli birşey unuttum. Biz Sidyma diye biryere gittik. Onu nasıl atlarım. Patara'ya giderken kahverengi tabela gazımız geldi. Girdik. Acayip kötü yollardan 20 km gittik, 20 km döndük. Neyse işte iş oldu:) İşte muhteşem Sidyma, Halil, Ahmet, İskender:)


Oya, Bertan, Bahadır'a özel not: Biraz geç bir yazı oldu. Saçmaladıysam, unuttuğum şeyler varsa beni yorumlarınızla düzeltin arkadaşlar. Sizi çok seviyorum. Daha çok gezelim daha çok seveyim.

Yani sonuç olarak biz mükemmele yakın bir tatil geçirdik. Ne desem ki %95 güzeldi. Gerisi de Bertan'ın altına kaçırma ihtimali:)

Göcek


Göcek çok acayip bir yer. Yalan dünya. Göcek içinde Göcek. Swissotel nerede başlar nerede biter?


İlk akşam süper nefis bir yemek yedik. Ama midye dolma yemeden olmaz diyerekten garsonun tavsiyesi ile Ömer abiyi bulduk. Midyeci Ömer hayat adamı, filozof, nefis bir insan. Küçük midye var mı deyince, insanları ayırmadığım gibi midyeleri de ayırmam dedi adam:) Telefonunu verdi. Doğru aldık mı diye kontrol etti. Gelen geçene midye ikram etti. Dünya değişmezse batar falan gibi acayip laflar etti. Saygılarımızı sunup huzurdan ayrıldık.


Ertesi gün Beatles çalan bir tekneyle 12 adalar turu yaptık. Şıp şıp yüzdük. Yorulduk.

Akşam Göcek turu attık. Cafe Port'ta nedense çok keyifli bir akşam geçirdik:) Port Göcek Marina çok acayip hakikaten. Tekne istiyorum ben galiba zannedersem mümkünse????

Köyceğiz






Sabah kahvaltı yaptıktan sonra (kahvaltı önemli çünkü bir otelde nutellalı kahvaltı yaptık) yola çıktık. Bu sefer bir görevimiz vardı. Oyacığımızı rahat ettirmek. Oya'nın ayakları acımış ve canı sıkılmıştır. Oya'ya yeni bir yol arkadaşı aradık. Söke girişinde Stella'yı bulduk. O da bize katıldı. Çok sevdik onu.










Sonra Köyceğiz... Köyceğiz'de ufak bir hayal kırıklığı yaşamış olabiliriz. Nasıl bir yer olduğunu pek anlayamadık. Ama amaç zaten Köyceğiz değil, Köyceğiz'den yapılacak tekne turuydu. Köyceğiz gölünden Dalyan İztuzu Plajı'na.



Köyceğiz'de yapacak birşey de olmadığından içimizdeki 51 aşkı pörtledi. Meydanda görme engelli arkadaşımız pek kötü şarkıları en kötü halleriyle söylerken, gelen bağışları bangır bangır bizlere anons ederken Köyceğiz'deki akşamımızı 51 oynayarak geçirdik. İlk midye dolma krizimiz de burada tuttu. Biraz zor olsa da yedik sonunda rahatladık.



Ertesi gün tekne turumuzu yaptık. Süperdi. Deniz mükemmeldi. Kum mükemmeldi. Çupralar iyiydi. Tekne ahalisi bizi biraz yordu ama olsun. İsmail Yk'nın Şarkı sözlerini anlamaya çalışmak zevkliydi. Kedi gibi yavşarım, at gibi içerim di mi Bertancım:)









Çeşme...


Çeşme Ilıca'ya vardık. Yolda yel değirmenleriyle karşılaştık. Niye o kadar şeker geliyorlar ki insana??


Sheraton otelinin yanından denizi ve kumu görünce ağzım açık kaldı. Bütün gün kumlarda yuvarlandık. Denizde yuvarlandık. (Acayip dalgalıydı.) Yorgunluktan kumsalda uyuyakaldık. Ben bayıldım buraya özellikle de kuma.






İleri otelde kaldık. Kırçiçeği diye bir yerde yemek yedik. Tatilin geri kalanında Oya'nın gözleri her gittiğimiz yerde Kırçiçeği şubesi aradı. Babylon'a gitmedik diye ben depresyona girdim. Herkesi daralttım. Boyum uzadı.


Papparazzi diye süper bir yerde sakin sakin birşeyler içtik. Tabi ben burnumdan getirdim orayı da. Ama güzel bir yerdi hakikaten.


Foça...

Bu aralar yazamıyorum. Aslında ne güzel bir tatil geçirdik. Ben nasıl ballandıra ballandıra anlatmak istiyorum. Ama duruyorum öyle. Zor geliyor. Yazdıkça açılırım onu da biliyorum aslında. Bak ellerim daha hızlı hareket etmeye başladı bile. Biraz zorlasam ilk durağımız Foça'ydı diye başlarım lafa değil mi? Evet.

Biz şimdi Bahadır ve ben olarak bir öğleden sonra fesleğenimizi sevgili yan komşumuz Ayşenciğimize bıraktık. "Biz tatile gidiyoruz Ayşen, fesleğenimize iyi bak" dedik. Ayşen de "nereye?" dedi normal olarak. Çok normal olmayarak "tam olarak bilemiyoruz" dedik biz. Al çantaları git Oyalara.

"Haydi tatile gidelim" diye bekledik camlarının altında. Bindik arabaya. Baktık birbirimize. Eeeee nereye gidelim? Çeşme'den başlayalım işte kararı alındı. Yola çıktık ki, hayat adamı Kerim amca (kendileri Bertan efendinin babaları olurlar) tarafından durdurulduk. Yol tarifi falan derken bence Foça'ya gidin bi balık yiyin bu gece dedi. Açık fikirli insanlarız biz. Gidelim dedik gittik. Böylece ilk durağımız Foça oldu. Bu arada daha Susurluk'ta tatilin özü anlaşıldı. Hemen yemelere içmelere başlandı.

Foça'da ilk balıkları götürdük. Tatilin geri kalanında da bol miktarda balık yendi. Bahadır ortalamaları yükseltti. Nerdeyse hergün bazı günler günde iki kere balık yedi yavrum. Delirmiş.

Restoranda benim sayemde muamele süperdi. Aptalım ya bağıra bağıra görgüsüzler gibi The Marmara'da yediğimiz yemeği bıraktığımız bahşişi falan anlatınca "aman canım ablam" diye saldırdı bir garson masaya. Biz 30 kişiydik ama o yemekte falan diye olayı kapatmaya çalıştım Ama çok utandım yahu. Bu arada Foça kedi cenneti binlerce kedi var. Neredeyse insan kadar kedi var. Doğru düzgün köpek yok.




Foça şirindi ama restoranlar dışında pek bir yaşama belirtisi göremedik. Zaten yorgunduk. Geç olmadan pansiyonumuza geçtik. Sevgili pansiyon sahibi arkadaşın neden durup dururken izolasyondan bahsettiğini de anlayıverdik. Pansiyon (resimdeki sarı bina pansiyonumuz) bir barın üstündeydi. İzolasyon derken de 2 cm kalınlığındaki kapıdan bahsediyordu galiba. Yani bana sorarsa kendileri izolasyonları pek iyi değildi. Bahadır her zamanki gibi ben dişlerimi fırçalayıncaya kadar uyuyunca ben bas ve davulla baş başa kaldım. Ama neyseki yorgundum yatağın içinde yüzlerce tur atsam da uyumayı becerdim. Ertesi gün erkenden düştük yine yollara. To Çeşme...

10 Eylül 2007 Pazartesi

27 Ağustos Milli Bayram Olsun Mu?????

Şimdi bende biraz unutkanlık var ya... Ben çoğu zaman kraliçe olduğumu unutuyorum. İnsanlar bana kraliçe gibi davranınca şaşırıyorum. Aptal kraliçeyim ben. Dünyanın hakiminin kuzeni olduğumu falan unutuveriyorum. Canım kocacığımın beni çok sevdiğini unutuyorum. Korkunç derecede güzel bir evlilik yıldönümü geçirince de şaşırıyorum. Sanki benim her günümü o gün gibi geçirmem gerekmiyormuş gibi. Unutkanlık işte kraliçeliğimi unutup duygulanıyorum falan... Aptal kraliçe.

Yani ne olmuş ki kocişim hadi gidiyoruz deyip bir akşam üstü beni İstanbul'a götürmüşse, en sevdiğim otelden yer ayırtmışsa, odaya girdiğimizde kırmızı şarap, meyve, kalpli balonlar, mumlarla falan karşılaşmışsak, The Marmara'da korkunç bir boğaz manzarasında acayip güzel bir yemek yemişsek, yemekten sonra üzerinde "nice mutlu yıllarımıza" yazan bir pasta gelmişse, hediye olarak içinde aşkımın resmi olan bir kolye almışsam. Ne olmuş yani????

Ben kraliçe değil miyim?

Ertesi sabah odamıza kahvaltı gelmesi falan çok büyütülecek birşey sanki. Unutkanım ya tacı tahtı falan unutup seviniyorum böyle şeylere, deliler gibi hem de.