11 Aralık 2009 Cuma

mır mır

Revolutionary road, hayallerin peşinde diye türkçeye monte edilmiş. "Dev-yol" daha mantıklı sanki.. (saçmala)

Evlilik programları sayesinde "adam gibi adam olmak", "ev alabilmek" olarak kodlandı kafalara. (homurdan)

Şöminenin ateşi vücudumu ısıtmaktan ziyade içimi ısıtıyor sanki. (yetin)

Aç geziyorum heryerim ağrıyor. (sızlan)

5 Aralık 2009 Cumartesi

Mekan bir ilköğretim okulu. Biz yıllar önce bagajında seçim afişleri taşıyan, seçim günlerini bayrama çeviren annem ve babamın ya da oylarıyla birşeyleri değiştirebileceğine inanan insanların heyecanından çoooook uzak duygularla oy kullanmak üzere sıramızı bekliyoruz. Oy kullanıcaz işte, çok beklemeyiz inşallah, pazar gününü heba etmeyelim de.. Derdimiz bu. Saat kaçta içki alabiliriz falan diye düşünürken "seçme ve seçilme hakkını birçok batılı ülkeden önce elde eden" bir ablamız oyunu kullanmak üzere kabinimsi şeye geçti. Seçme ve seçilme hakkı hem de birçok batılı ülkeden önce... Özgürüz ya.
Ama bu ülkede demokrasiden daha fazla oturmuş düzenler düzenekler organizmalar var. Abla saf saf zarflara bakarken kafayı uzatmış bir koca var. Ve bir "teeeeyyyytt!!" var. Güler misin ağlar mısın? Adam resmen "teeeyyyyt" diye bağırdı, görevliden izin aldı, kadını dirseğiyle itti ve seçtirme hakkını kullanarak vatandaşlık görevinden daha önemli olduğunu düşündüğü karılık görevinin yerine getirilmesine yardımcı oldu. Kutsal bir vazife ifa edildi, hepimiz rahatladık. Şimdi anlıyoruz ki amcam karısının tercihini beğenmiyor. Olaya müdahale etme gereği duyuyor. Ama asıl acıklı olan tercih falan olmaması. Yani kadının kocasından farklı bir tercihi olsa da adam buna izin vermese yine bir umut var demektir. Ama görülen o ki kadıncağız sadece yanlışlık yapıyor.
Dün mutluyduk gururluyduk. Kadın olarak seçme ve seçilme hakkımızı birçok batılı ülkeden önce elde etmiştik. Etmiş miydik??

13 Kasım 2009 Cuma

Chp ye verdiğim oylar boğazımda düğüm düğüm.. Kussam neye yarar yutsam mideye zarar.. Genel kurulu terketmiş akıllılar. Tamamen terketseler ya şu meclisi..

9 Kasım 2009 Pazartesi

Okan Bayülgen "consume obey die" mesajıylan beynimi dürtüklediği anda ben bejeweled, restaurant city, country story, pet society, farmville bataklığında debeleniyordum. Aslında debelenmek yanlış kelime. Ben artık debelenmiyorum. Kendimi bıraktım. Şimdi bu "kendimi bıraktım"ımın arkasından gelebilecek 43 farklı cümle var. Ama ben bunları yazmayı düşünmüyorum. Çünkü nasihat hakkı doğuyor. Nasihat naif bi kavram. Bunun en acımasız şekli annemden geliyor. Annem konu ben ve hayatım olduğu zaman sevgi dolu anneden "yıkıl karşımdan gözüm görmesin"e 3 saniyede falan geçebiliyor. Annemin gürültülü tepkilerinin yanında babamın yaptığım 1500 parçalık puzzle'a bakıp "bununla mı uğraşıyorsun" deyip bir iç geçirmesi var ki hangisi benim moralimi daha çok bozuyor karar veremiyorum. Bunların yanında daha yumuşak "e bari çocuk yap" türevi tavsiyeler. Ve en yumuşağından "ne güzel bi dolu vaktin var şunu yap bunu yap.."... Ne diyordum? "Kendimi bıraktım"ı açmayacaktım. Ne açıcam ya.. Nokta.

21 Ağustos 2009 Cuma

Ben politik biri değilim. Politik sayılabilecek bütün yorumlarımın da gayet duygusal olduğunu söylemek durumundayım. Biraz safım (pure değil angut) galiba. Şimdi söyleyeceklerimi de bu duyguyla okuyun. (uyarı)

Dün tesadüfen trt'de pusulayı izledik. Aslında tesadüfen denemez. Kanallar arasında dolaşırken, ki bu arada trt'yi de geçmişken, "oha Şivan Perwer miydi lan o" dedim. Bu arada Şivan Perwer hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece eski Roll zamanlarında birkaç fotoğrafını görmüştüm. Şaka gibi. Trt yani trt ya! Trt'de Şivan Perwer vardı. Bizim çocuklarımız umarım neden şaşırdığımı anlamaz. Bu ülke kan revan zamanları hiç aşamadı. Yine zor zamanlar yaşanıyor. Ama kötü şeyler yanında iyi şeyler de getiriyorsa kusura bakmayın ben azıcık mutlu olmak istiyorum.


12 Ağustos 2009 Çarşamba

fundakayar arkadaşımız yükselenlerimizi sormuş. Biz de uzmanımıza sorduk..





10 Ağustos 2009 Pazartesi

aman sabahlar olmasın..

Sonunda ben de 30'u doldurdum. Rahatladım.. Ne stresmiş arkadaş. Ne var yani 1 yıl daha falan demeyin. Kolay olmuyor. 30 yıl, doldur doldur bitmez. Artık boşaltma zamanı.. Yani en azından sanki benim için öyle işliyor. Doğumgünümden beri bi rahatlık bi hafifleme.. Anlayan varsa söylesin, merkürle satürnle falan bi alakası var mı bunun?? Ben bu konuda google'la anlaşamadım. Zaten tam anlayamadığım "merkür geri gitmiş, satürn uçmuş, ay kaçmış" konusunda bişey bulamadım. Ama kutsal bilgi kaynağı beni bavullarımı toplayıp hemen kaçmam konusunda ikna etmek için çok çaba gösterdi, dinler miyim zaman gösterir.. Azıcık burçlar konusunda birşeyler bilen birisi çok rahat söyler zaten; yengeç kadını+kova erkeği?? şaka mı bu?
Ekşi sözlük buyurmuş;
*sürükleyici ama intihara sürükleyici bir ilişki çeşididir bu.
*kova erkeği işin dalgasında olduğu zamanlarda yengeç burcu kadını delirebilir..olur olmadık her şeye alınmasıyla meşhur yengeç burcu kadınları karşısında olaylara tepkisiz kalan bir kova erkeği görünce açacaktır ağzını sonra da yumacaktır gözlerini..
*rahat kova erkeğine karşılık yengeç kadınının sabrını denediği bir ilişkidir.
*biz bu burçtaki erkeklere rahattan çok hiçbir şeyi takmayan sallamayan dünya yansa hasırı yanmayan tipler deriz ki bu tip insan türüne değil yengeç kadını hiçbir burçtaki kadının tahammül edemiyeceği hasıl olmaktadır.zira kova erkeği o kadar "rahat " tırki yengeç burcu kadının hayatının zor günlerinde normal bir arkadaş olarak bile teselli etmeyi aklının ucundan geçirememektedir.
*hiç başlamaması en hayırlı olan ilişki türü
Bu durumda benim tek tesellim; nereden duydum bilmiyorum ama insanlar 30'undan sonra yükselenine geçiyormuş. Ki bence bu çok mantıklı:) Benim 11 temmuzdan beri mutlu mesut bir insan olmamı da açıklıyor. Şimdi birileri diyecek; kızım senin hiç işin yok mu? Hahaha yok! Dert yok tasa yok, onun burcu ne, bu kiminle anlaşır, haftaya İznik'e gidelim mi, bana bi bira getirsene, mangal yapalım mı, Billabong allahından bul, rengim açıldı mı... 100 yaşına kadar rahat yaşarım ben:)

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Keyfim çok yerinde bu aralar.. Zıp zıp zıplıyorum evin içinde. Ama evin içinde.. Bu güzel yaz günlerinde normal zihinler zıp zıp zıplayacak kadar keyifli olma durumunu orda burda gezmeye, konserlerde fink atmaya, dalmaya, çıkmaya, windsurfe bağlama eğiliminde olabilirler. Beni tanıyanlara bu evden çıkamama durumum tanıdık gelse de, bu kadar keyifli olmam onlara bile pek inandırıcı gelmeyecektir muhtemelen.
Burada sahneye Bertan girer "manyak Özlem" der, çıkar.
Kalabalık "ha doğru ya" der, geçer.
Özlem "benim en iyi dostum içkim, sigaram" diye mırıldanır, içer..
Kardeşim ne çıkıcam evden ya!! Mis gibi huzur dolu tatilimi yapmışım, güneşi, denizi doldurmuşum içime, evimi, kocamı özlemişim, zıplaya zıplaya gitmiş, zıplaya gelmişim.. Daha bir süre evde duvarları falan öperim..

23 Mayıs 2009 Cumartesi

iiiiiiiiiii ki doğmuş berkay..

Bu aralar yani bu sene doğumgünleri biraz problemli. 30 yazıyla otuz.. Pek kolay değil kabullenmesi. Geçtiğimiz sene 29'u doldurdumla kendimizi oyalarken, bu sene kaçış yok. 30'u doldurduk, 31'den gün alıyoruz. Genç miyiz, değil miyiz, sen de beyaz var mı, göz kenarları falan filan işte illa bi yerlerden konu buralara geliyor.
Ama bi dakka, bu yazı karamsar bir yazı değil. Kutlama yapıyoruz.
Canım Berkaycığım; çok mutlu, çok uzun, sağlıklı bir ömür diler, doğumgününü kutlarım şekerim.

Belki de herşey o kadar da değişmedi. 13 yaşındaki gibi gülebiliriz yine. Su savaşı yapsak çok eğleniriz. 16 yaşındaki gibi nefes almadan saatlerce konuşabiliriz. 19 yaşındaki gibi zıvanadan çıkabiliriz, deniz müzelerinde baygınlık geçirebiliriz:) Her hal ve şartta muhtemelen ben tıkınıyor olurum:)

21 Mayıs 2009 Perşembe

üzgh..

İnternette böyle şeylerle karşılaşıyorum, hatta facebook statuslarında bunu dillendirenler görüyorum. Ve bunlar benim listemde ne arıyor diyorum normal olarak. İçim acıyor. Bu zihniyete nefretlerimi, Türkan Saylan'a en derin saygılarımı sunuyorum.


O kısacık ömrüne onlarca ömür sığdırdı. Randevularını tamamladı. Güzel kadındı, güzel öldü...

ah İstanbul İstanbul olalı...

Dara da dammm... Bu haftasonu İstanbul'daydımmmmm.. İstanbul demek mutluluk demek, neşe demek, hareket demek, alkol demek, Fundam demek..



Cuma günü erken saatlerde İstanbul'a vardık. Doğruca uçtum Maçka'ya. Sabah sabah çenesi de neşesi de pek yerinde bir taksiciye düştüm. Ben çok konuşmayı sevmem. "Aaaaa siz hayatta 30 olamazsınız" falan diyerek kendisine katlanabilmemi sağladı, yoksa çok pis dalabilirdim, önceki gece hiç uyumamıştım. Elimden kurtuldu. Yani uykusuzluk sebebiyle yorgunluk hanesi eksilerde geziyordu. Ama İstanbul bi güzel, hava bi güzel. Fundamdan evinin anahtarını aldım, Beşiktaş'a gidicem. Hadi yürüyim bari dedim. Tam yürünecek hava. Ama ne kadar yorgun, uykusuz ve gerizeka olduğumu unuttum o an galiba. Kadınların genel olarak bir yol bulma sıkıntısı vardır ya, ben bu konuda tüm hemcinslerimi geride bırakabilirim. Maçka'dan Beşiktaş'a yürürken kaybolabilme yeteneğimle sanırım Fulya'nın tepelerine falan çıktım. Haftasonunun rengi ilk günden belli oldu. Çok sıcak ve bol tabana kuvvet.. Bir de bol dekolte:) Ama bu meseleyi açmayayım şimdi..


O gün canım kardeşimle buluştuk, ben onun ne kadar mutlu ve ne kadar büyümüş olduğunu gördüm bir kere daha. Garip birşey, taksici ne derse desin yaşlandık işte. Elimize doğan çocuklar adult olmuş vay halimize. Arzucuğumu akşam için bahar şenliklerine salıp eve gittim. Akşam anlatılacak milyonlarca şey, biriken laflarlarlarlarlarla geçti. Ve biralarlarlarlarla...


Cumartesi günü Beşiktaşta kahvaltı, Fransız turistlere sinir olmayla başlayıp Taksim, Galata, Galata'da kızılderililer, Karaköy, Eminönü, son 50 yılın en sıcak altgeçidi, 5 katlı Şark Han, doğru nota basan müthiş cazcı bibloları, sıcak sıcak, yürü yürüyle devam etti. Daha sonra Funda'nın işi sebebiyle Ogün Sanlısoy röportajına gittik. Kendisi sevdiğim bir insan değil ama sempatik herifmiş, takdir ettim. Durmak yok, yola devam tabi ki de. Cihangirde yemek, Asmalimescitte içmek, çene çalmak, zırvalamak, gülmek, yarılmak, hatta arada derede Bahadır'a küsmek derken günü bitirdik, yatağa zor attık kendimizi. Derken efendim ertesi gün Ortaköy House Cafe sefasıyla birlikte güzel İstanbullu günlerimi bitirdim, taktım Fundamı koluma Bursa'ya. Biraz huzur bol bol da laklak yapıp en kısa sürede tekrarlama sözleriyle ayrıldık my dearest Fundamla. Ağzımda tadı, bacağımda ağrısı kaldı.


6 Mayıs 2009 Çarşamba

ayağın "aslı"..


Hatun blogu ayaksız olmaz.. İlham olsun herkese iki yaşındaki tombişler..

4 Mayıs 2009 Pazartesi

ibn-i hakem..

Pazar günü görev başındaydık. Google'a yakalanmamak için yazamadığım bir kulübün google'a yakalanmamak için yazamadığım bir aktivitesi vardı. Tam adını yazamasam da aktiviteden bahsedilebilir tabi. Çok eğlenceli aslında. Yarışmacılara 10 tane resim veriliyor. Bursa'nın değişik yerlerinden 10 resim, landmark diyebiliriz sanırım. Bilmem ne mezarlığının kapısı, bilmem ne çeşmesi falan. 2,5 saat içinde yarışmacılar arabalarıyla tanıyabildikleri yerlere gidip, orada dikilen zavallı hakemlerden kaşeleniyorlar. O hakemlerden biri de kocişti..





Dışarıdan görünüş tam olarak bu. Üzerinde hakem yazan bir adam bir sokakta 2,5 saat dikiliyor:) "Ne hakemisin abi sen?" sorularını sıkça duyduk normal olarak. Bizim dikildiğimiz yer Tezveren türbesiydi. Günün sonunda bize "çok şanslıydık, iyi ki de katıldık bu organizasyona" dedirten türbe. Tekkelerle türbelerle çok alakası olan bir insan değilim. Ama sonuçta birçok türbe gördüm, böylesini görmedim. Burası neşeli bir yer, çiçekli, kedili, çaylı, kahveli, güleryüzlü, muhabbetli bir yer. Çalışanların hepsi gülüyor. Geyikte, sohbette, çayda, börekte.. Bir teyze vardı, gelen bütün yarışmacıların resimlerine bakıp, onlara yardımcı olmaya çalıştı, çok hevesliydi. Ama yüz bulamadı pek..



Binası da, bahçesi de, içindekiler de hepsi çok şekerdi. Günün sonunda bu şekerliğin kaynağına ulaştık. Tezveren hazretlerinin torunu Hayrettin Tezveren'le tanıştık. 71 yaşında bir adam. Dinç, neşeli, konuşkan. Hoş adam yani. Kendini tanıtmadan önceki konuşmalarımız, Türkan Saylan hakkındaydı. Bakmayın benim böyle olduğuma burası benim deyiverdi, Tezverenin torunuyum ben. Kendini "ayakkabı sevdalısı" olarak tanımlayan bu adam sevda heryerde dedi, biz baktık öyle. Burada bağnazlık yok, hurafe yok, huzur yeri burası dedi. Biz tam anlamadık ama ne dese onaylamaya hazırdık zaten. İnsanı gözleriyle kucaklayan çok şeker bir adam hakikaten. Bursa'yı sevdiren eski evlerle dolu bir sokakta müthiş bir ortam yaratmışlar. "Burası hepimizin, sadece tapusu benim" iki lafından biriydi. Ve biz anladık ki, bir türbenin bahçesinde çay içilir, kahkaha atılır, başı açık oturulur ve kimse sizi kınamaz. Böylesi de olabilir, süper bir muhabbet sunabilirler size. Ve süper bir pazar..

2 Mayıs 2009 Cumartesi

dertler derya olmuş...

Sanki yeterince problemim yokmuş gibi dün akşam oturdum, dumplings'i seyrettim. O da yetmedi bu sabah oturdum, ne olacak yaa bu Çin'in hali diye google'a bi bakayım dedim. Neyse ki arama sayfasında "yok güzelim aşar bu durum seni" dedim, arkama bakmadan kaçtım.




Düşündüm düşündüm bunun yerine kendime nasıl acı verebilirim diye, oturdum youtube'dan 38 dersim ve women of ararat belgesellerini seyrettim. Çok iyi ettim, ne istiyorum ki ben kendimden. Yazıktır bana yahu..

Bütün dertler beni bekler yatağımın başucunda...

30 Nisan 2009 Perşembe

İstesek de istemesek de bazı şeyler kulağımıza giriveriyor. Korunmak mümkün değil.. Ama benim beynimi yiyor;

** Bahadır'ın telefonunun horoz sesli alarmı..
** Seda Sayan'ın "Anlamazsın" böğürtüsü...
** Beedaaavaaaa yiyos, içiyos, sıçıyos...

Halbuki insanı yoran temiz hava manyağı yapan yerlerde ne güzeldir horoz sesiyle uyanmak ve ne güzel söylemiş Ayla Dikmen, kalsaymış köşelerde.. Issız adamlanmanın ne faydası olmuş kadıncağıza..

Ve ne güzel söylemiş şair; "bedava yaşıyoruz bedava, hava bedava bulut bedava.."

"Kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava.." demiş adam, ben bu çağrışımı yapayım da kemikleri sızlasın diye mi?

27 Nisan 2009 Pazartesi

you smell like dog poo..



Pazar günü Bahadır'la ondan bundan gerim gerim gerileceğimizi bilmeden, sinema biletimizi aldık. Evden çıkmadan pazarlığımızı yaptık. Tamam action filmlerinden artık ben de zevk alıyorum ama o gün benim istediğim filme gidilecekti. Çok çok cezbetmese de gidilebilitesi en yüksek film "he's just not that into you" gibi geldi bana. Neyse biletimizi aldık. Yemeğimizi yedik. Kavgamızı ettik. Gözyaşlarıyla sigaramı içtim. Filme girdik. Evvvetttt!! Romantik kavgalardan sonra ilaç gibi gelecek bi romantik film... Her standart erkeği sadece standart kız arkadaşının zorla götürebileceği standart bi romantik komedi olsa da doğru zamanda doğru yerdeydik işte.. Bilmiyorum ruh halimizden mi, Bahadır'ın giderek bana benzemesinden mi, yoksa filmin cidden güzel olmasından mı Bahadır da acayip beğendi filmi.. Dvdsini alıp arada izlemek lazım bile dedi.


Çok standart şeyler olduğu için insan kendine bakmadan duramıyor tabi.
Ben her zaman netlik konusunda "Bahadır&Özlem"in laboratuarlarda incelenmesi gereken birşey olduğunu düşünmüşümdür. Yani Bahadır dünyanın en net insanıyken, Özlem herşeyi zora sokar. Her söylenenin 2.,3.,4.,5...... anlamlarını arar, başka başka şeyler söyleyip asıl ne demek istediğinin hep anlanmasını ister falan falan.. İyi de Özlem kendini ne sanıyor ki, hiç enteresan değil.. Klişenin klişesi işte. Kendime geliyorum! Sonuçta benim kocamdan daha farklı olmamdan daha standart, normal, klişe ne var ki... Bu ne bi enteresanlık ne de trajedi.. Filmdeki "kadınlar drama sever" vurgusunu da üstüme alınıp, bundan da yeni bir drama çıkarıp dünyanın en sıradan insanı olduğum için üzülmüyorum. (gelişme:))


Bu arada Scarlett Johansson koca poposuyla göz doldurdu gerçekten, bu kadın resmen şişko ve çirkin ve itici ama bu rolüne cuk oturmasıyla beni o bile rahatsız etmedi. Diğer herkes son derece şekerdi zaten. Gerçi bir de Ben affleck durumu var. Onu da hiç sevmem. Ama filmin en romantik sahnelerine imza atmasıyla onu da gıcıklıktan muaf tutuyorum. Özellikle bulaşık yıkayan Neil bizi çok duygulandırdı vallahi..


Tavsiyem sevgilinizle kavga edip gidin, iyi geliyor..


Sevgiliniz yoksa daha iyi belki;


"And maybe a happy ending doesn't include a guy, maybe... it's you, on your own, picking up the pieces and starting over, freeing yourself up for something better in the future. Maybe the happy ending is... just... moving on."


Gigi

7 Nisan 2009 Salı

nisan mayıs ayları gevşer gönül yayları

Bahar geldi. Ben gördüm. Daha yakından bakmak istiyorum aslında. Enerjim yok ama olacak çünkü bahar geldi, ben gördüm.
Kartopu çiçek açtı. Erik çiçeklerini döktü bile. Alev ağaçları kıpkırmızı. İki tane kuzu gördüm. Gözümle gördüğüme inanırım ben, bahar geldi.
Takvimlerle değil, ağaçlarla, çiçeklerle, kuzularla hissedilen bir bahar diliyorum herkese..

orama koma bara kobama

Niye yazmıyorum? Yazmak istiyorum aslında, her zamanki gibi söyleyecek çooook çooook önemli şeylerim var. Ama benden herhangi bir şeyi doğru düzgün nizam intizam aman aman yapmam pek beklenen birşey değil zaten. Yoldan çıktım (tay gres) gelicem. Blog dünyasının bana ihtiyacı var, bilincindeyim.
Bu arada asıl önemli olan; sezonun ilk mangalı yakıldı, ilk balkon kahvaltısı yapıldı. Tükkanı açtık. Etini, balığını, birasını, kolesterol hapını kapan gelsin..
Sevimli zenci Hüseyin'e de buradan teşekkürlerimi sunmak istiyorum, çoooook karizmatik liderlerimizin pek bi değişim sembolünün karşısındaki halleri eğlendirdi beni akşam akşam.. "Save the climate" talebinin kime gittiğini ise hiç anlayabilmiş değilim, üstüne alınan da yoktur heralde. Yürü be koçum "save the image of USA"..

16 Şubat 2009 Pazartesi

canımçoksıkkınzatenbucansıkkınlığıhalibendealışkanlıkgibioldunasıbimodsadeğişmedideğişmiyordedemdeöldüherşeykötügitmeyedevamediyor

12 Ocak 2009 Pazartesi

Ben bu Bahadır'a alışamıyorum arkadaş.. Yazmazsam çatlarım, akıllı kociş "ama son gülen ağlamaz" temalı bişeyler yazmış..

Soru: Nereden çıktı hayatım bu?
Cevap: Ajda Pekkan'ın bi şarkısı var ya..

Otur düşün sen günlerce ne bu şarkı diye.. Kulak kulak değil beyin beyin değil:) Kafasız aşkım benim..

Şarkımızzzzz....

5 Ocak 2009 Pazartesi

"Issız adam" dalgası duruldu biliyorum. Ama ben yeni seyrettim. Ve söylemezsem çatlarım. "Babam ve oğlum"u seyredip montlara sarılıp ağlayanlara, "ıssız adam"da şuurunu kaybedip hönküre hönküre ağlayanlara saygılarımı sunar kent reklamlarının çok daha duygusal olduğunu düşündüğümü ifade etmek isterim. Çağan Irmak bana geçmiyor arkadaş. "Mustafa hakkında herşey"i nasıl yapmış hayret.. Ben seni "çemberimde gül oya"nın, "şaşıfelek çıkmazı"nın yönetmeni olarak hatırlamayı tercih ediyorum Çağan'ım..