23 Mayıs 2009 Cumartesi

iiiiiiiiiii ki doğmuş berkay..

Bu aralar yani bu sene doğumgünleri biraz problemli. 30 yazıyla otuz.. Pek kolay değil kabullenmesi. Geçtiğimiz sene 29'u doldurdumla kendimizi oyalarken, bu sene kaçış yok. 30'u doldurduk, 31'den gün alıyoruz. Genç miyiz, değil miyiz, sen de beyaz var mı, göz kenarları falan filan işte illa bi yerlerden konu buralara geliyor.
Ama bi dakka, bu yazı karamsar bir yazı değil. Kutlama yapıyoruz.
Canım Berkaycığım; çok mutlu, çok uzun, sağlıklı bir ömür diler, doğumgününü kutlarım şekerim.

Belki de herşey o kadar da değişmedi. 13 yaşındaki gibi gülebiliriz yine. Su savaşı yapsak çok eğleniriz. 16 yaşındaki gibi nefes almadan saatlerce konuşabiliriz. 19 yaşındaki gibi zıvanadan çıkabiliriz, deniz müzelerinde baygınlık geçirebiliriz:) Her hal ve şartta muhtemelen ben tıkınıyor olurum:)

21 Mayıs 2009 Perşembe

üzgh..

İnternette böyle şeylerle karşılaşıyorum, hatta facebook statuslarında bunu dillendirenler görüyorum. Ve bunlar benim listemde ne arıyor diyorum normal olarak. İçim acıyor. Bu zihniyete nefretlerimi, Türkan Saylan'a en derin saygılarımı sunuyorum.


O kısacık ömrüne onlarca ömür sığdırdı. Randevularını tamamladı. Güzel kadındı, güzel öldü...

ah İstanbul İstanbul olalı...

Dara da dammm... Bu haftasonu İstanbul'daydımmmmm.. İstanbul demek mutluluk demek, neşe demek, hareket demek, alkol demek, Fundam demek..



Cuma günü erken saatlerde İstanbul'a vardık. Doğruca uçtum Maçka'ya. Sabah sabah çenesi de neşesi de pek yerinde bir taksiciye düştüm. Ben çok konuşmayı sevmem. "Aaaaa siz hayatta 30 olamazsınız" falan diyerek kendisine katlanabilmemi sağladı, yoksa çok pis dalabilirdim, önceki gece hiç uyumamıştım. Elimden kurtuldu. Yani uykusuzluk sebebiyle yorgunluk hanesi eksilerde geziyordu. Ama İstanbul bi güzel, hava bi güzel. Fundamdan evinin anahtarını aldım, Beşiktaş'a gidicem. Hadi yürüyim bari dedim. Tam yürünecek hava. Ama ne kadar yorgun, uykusuz ve gerizeka olduğumu unuttum o an galiba. Kadınların genel olarak bir yol bulma sıkıntısı vardır ya, ben bu konuda tüm hemcinslerimi geride bırakabilirim. Maçka'dan Beşiktaş'a yürürken kaybolabilme yeteneğimle sanırım Fulya'nın tepelerine falan çıktım. Haftasonunun rengi ilk günden belli oldu. Çok sıcak ve bol tabana kuvvet.. Bir de bol dekolte:) Ama bu meseleyi açmayayım şimdi..


O gün canım kardeşimle buluştuk, ben onun ne kadar mutlu ve ne kadar büyümüş olduğunu gördüm bir kere daha. Garip birşey, taksici ne derse desin yaşlandık işte. Elimize doğan çocuklar adult olmuş vay halimize. Arzucuğumu akşam için bahar şenliklerine salıp eve gittim. Akşam anlatılacak milyonlarca şey, biriken laflarlarlarlarlarla geçti. Ve biralarlarlarlarla...


Cumartesi günü Beşiktaşta kahvaltı, Fransız turistlere sinir olmayla başlayıp Taksim, Galata, Galata'da kızılderililer, Karaköy, Eminönü, son 50 yılın en sıcak altgeçidi, 5 katlı Şark Han, doğru nota basan müthiş cazcı bibloları, sıcak sıcak, yürü yürüyle devam etti. Daha sonra Funda'nın işi sebebiyle Ogün Sanlısoy röportajına gittik. Kendisi sevdiğim bir insan değil ama sempatik herifmiş, takdir ettim. Durmak yok, yola devam tabi ki de. Cihangirde yemek, Asmalimescitte içmek, çene çalmak, zırvalamak, gülmek, yarılmak, hatta arada derede Bahadır'a küsmek derken günü bitirdik, yatağa zor attık kendimizi. Derken efendim ertesi gün Ortaköy House Cafe sefasıyla birlikte güzel İstanbullu günlerimi bitirdim, taktım Fundamı koluma Bursa'ya. Biraz huzur bol bol da laklak yapıp en kısa sürede tekrarlama sözleriyle ayrıldık my dearest Fundamla. Ağzımda tadı, bacağımda ağrısı kaldı.


6 Mayıs 2009 Çarşamba

ayağın "aslı"..


Hatun blogu ayaksız olmaz.. İlham olsun herkese iki yaşındaki tombişler..

4 Mayıs 2009 Pazartesi

ibn-i hakem..

Pazar günü görev başındaydık. Google'a yakalanmamak için yazamadığım bir kulübün google'a yakalanmamak için yazamadığım bir aktivitesi vardı. Tam adını yazamasam da aktiviteden bahsedilebilir tabi. Çok eğlenceli aslında. Yarışmacılara 10 tane resim veriliyor. Bursa'nın değişik yerlerinden 10 resim, landmark diyebiliriz sanırım. Bilmem ne mezarlığının kapısı, bilmem ne çeşmesi falan. 2,5 saat içinde yarışmacılar arabalarıyla tanıyabildikleri yerlere gidip, orada dikilen zavallı hakemlerden kaşeleniyorlar. O hakemlerden biri de kocişti..





Dışarıdan görünüş tam olarak bu. Üzerinde hakem yazan bir adam bir sokakta 2,5 saat dikiliyor:) "Ne hakemisin abi sen?" sorularını sıkça duyduk normal olarak. Bizim dikildiğimiz yer Tezveren türbesiydi. Günün sonunda bize "çok şanslıydık, iyi ki de katıldık bu organizasyona" dedirten türbe. Tekkelerle türbelerle çok alakası olan bir insan değilim. Ama sonuçta birçok türbe gördüm, böylesini görmedim. Burası neşeli bir yer, çiçekli, kedili, çaylı, kahveli, güleryüzlü, muhabbetli bir yer. Çalışanların hepsi gülüyor. Geyikte, sohbette, çayda, börekte.. Bir teyze vardı, gelen bütün yarışmacıların resimlerine bakıp, onlara yardımcı olmaya çalıştı, çok hevesliydi. Ama yüz bulamadı pek..



Binası da, bahçesi de, içindekiler de hepsi çok şekerdi. Günün sonunda bu şekerliğin kaynağına ulaştık. Tezveren hazretlerinin torunu Hayrettin Tezveren'le tanıştık. 71 yaşında bir adam. Dinç, neşeli, konuşkan. Hoş adam yani. Kendini tanıtmadan önceki konuşmalarımız, Türkan Saylan hakkındaydı. Bakmayın benim böyle olduğuma burası benim deyiverdi, Tezverenin torunuyum ben. Kendini "ayakkabı sevdalısı" olarak tanımlayan bu adam sevda heryerde dedi, biz baktık öyle. Burada bağnazlık yok, hurafe yok, huzur yeri burası dedi. Biz tam anlamadık ama ne dese onaylamaya hazırdık zaten. İnsanı gözleriyle kucaklayan çok şeker bir adam hakikaten. Bursa'yı sevdiren eski evlerle dolu bir sokakta müthiş bir ortam yaratmışlar. "Burası hepimizin, sadece tapusu benim" iki lafından biriydi. Ve biz anladık ki, bir türbenin bahçesinde çay içilir, kahkaha atılır, başı açık oturulur ve kimse sizi kınamaz. Böylesi de olabilir, süper bir muhabbet sunabilirler size. Ve süper bir pazar..

2 Mayıs 2009 Cumartesi

dertler derya olmuş...

Sanki yeterince problemim yokmuş gibi dün akşam oturdum, dumplings'i seyrettim. O da yetmedi bu sabah oturdum, ne olacak yaa bu Çin'in hali diye google'a bi bakayım dedim. Neyse ki arama sayfasında "yok güzelim aşar bu durum seni" dedim, arkama bakmadan kaçtım.




Düşündüm düşündüm bunun yerine kendime nasıl acı verebilirim diye, oturdum youtube'dan 38 dersim ve women of ararat belgesellerini seyrettim. Çok iyi ettim, ne istiyorum ki ben kendimden. Yazıktır bana yahu..

Bütün dertler beni bekler yatağımın başucunda...