30 Temmuz 2008 Çarşamba

canlı yayın

Televizyona kilitlendik. Sonucu aldık. Bu sefer olmadı. Siz yine de kınalarınızı saklayın. Darbe falan olur lazım olur...

29 Temmuz 2008 Salı

şişman neşesi...

Aldım. Bu da oldu. Zor oldu ama oldu işte. Dünyanın sonu değilmiş gördüm. Ben resmen gittim mayo aldım. Hem de baya yüzücü mayosu gibi mayo. Mayo mayo bi mayo aldım. Bikini değil evet mayo. Yüzyıllardır bikini giydikten sonra mayo almak, bi de onu giymek, 30 yaşında olmak, hayatının en şişko yazını yaşamak sadece kızların anlayabileceği ciddi bir travma. Bütün haftasonu mayomdan bahsetmeye çalıştığım için herkesten anlayış bekliyorum. Hazmetmeye çalışıyorum. Ama yaptım. Ben ruhumu double çikolatalı magnuma sattım. Günde iki tane magnum yemek için gerekirse mayo giyerim arkadaş. Giydim de... Kendimi güreşçi gibi hissetmenin yanında bir de havuza girerken "bi dakka bi fazlalık var, hala çıkarmam gereken bişeyler var" hissinden de kurtulamadım. Bir de iğrenç güneş yanıkları meselesi falan da var. Ayrıca mayodan da çok birşey beklememek lazım neyi ne kadar kamufle edebilir ki?? Amaan neyse ne, ben zayıf günlerime veda edip artık kendimi tombul bir insan olarak kabul etmeye çalışıyorum galiba. Kilo verme verememe stresi yedi bitirdi beni. Bi süre böyle işte, bol şeyler giyerim, mayo giyerim, kocaman elbiseler giyerim ne biliyim rejim lafı duymak istemiyorum...

24 Temmuz 2008 Perşembe

Şu saniyede duydum Suna Pekuysal da gitmiş... İçim üşüdü..

23 Temmuz 2008 Çarşamba

ay lav yu ay lav yu du yu lav mi yes ay duuuuu...

Sevgili Bahadır efendiyle evliliğimiz 3 yılı doldurmak üzere. 4 senede öncesinden olmuş sana 7 sene. 2-3 senede tanışıklık-arkadaş ayağı falan derken ben nerdeyse 10 senedir bu adamı tanıyorum. 7 senedir de aşığım. Evet hala aşığım diyebiliyorum çünkü ben aşığım lafının üzerine çok düşünenlerden değilim. Hani vardır ya aşk sevgiye dönüşür, sevgi balkabağına dönüşür, balkabağı benim dötüme dönüşür hikayeleri bana uzak. Aşığım işte olmasam ne işim var "hayatım mal neyin yoncasıydı" diyen adamla? Bir tane şarkının sözlerini bilmez ama utanmadan uydura uydura söyler, dj arkadaşına "abi winamp mi kullanıyorsun, shuffle mı yapıyorsun" der, kavga etmeyi bilmez, sims'te girer benim kasabama "Ragıp Bitut Sen, Orhan Kaydıgeçti, Memeli Hayvanlı..." gibi iğrenç karakterler yaratıp ortamın huzurunu bozar, bilgisayarın başından kalkmaz, gaylı guylu konuşmalara bayılır... En kötüsü de beni de her geçen gün kendine benzetir (bi arkadaştan alıntı: atla yatan botla kalkar) ... Ama gönül bu işte ata da konar bota da(bi arkadaştan esinlenme:))... Aşk işte ne yapsa hoş gelir, anıra anıra güler bu deli gönül kocasına..
Veee deli gönlün kocası bir blog sahibi olur, dedim ya ne yapsa hoş gelir; deli gönül gururla sunar... www.dayakistiyorum.blogspot.com


19 Temmuz 2008 Cumartesi

Gırgır'a dayanamıyorum. Bir zamanlar Gırgır 500.000 satarmış, hey gidi heymiş, zaten herşeyin tıkırında olduğu ülkelerde mizah yapılamazmış, muhalifmiş, Oğuz Aral efsaneymiş, mizah dergilerini 1000 kişi alsa 50.000 kişi okurmuş, mış, muş... Evet, mizah dergilerini hepimiz çok seviyoruz. Ama artık benim bünye almıyor, özellikle Gırgır'ı hiç almıyor. Tuvalette falan denk gelirsem "Yiğit Özgür, Ersin Karabulut, Uğur Gürsoy"a dayanamam o kadar. Pis bir ilişkim kaldı yani mizah dergileriyle. Derken kendimi bi tuhaf hissettim ama Deli vardı ya diyesim geldi, Limon vardı, efsane Leman vardı. Ne güzeldi aslında. Incık cıncık okurdum. Neyse işte artık okuyamıyorum. Derken de yine çelişik ifadeler kullanarak şunu da söylemek isterim: Kimdi hatırlamıyorum. Gırgır tayfasından biri geçenlerde fokların öldürülmesini gözümüz yaşlı seyrederken tavukları koyunları düşünüyor muyuz acıba gibilerinden bişeyler çiziktirmiş. Düşünenler var tabi ki de, düşünmeyenler çoğunlukta olabilir. Düşünmeyenlerin çoğunun da zaten foklar da umurunda değil. Arkadaşımız "dikkatimizi çekmesi, içimize dokunması için illa sevimli bir suratı mı olması gerekir"e dikkat çekmeye çalışıyor. Ki bence inekler foklardan daha sevimli... Bence bu ayrım o kadar da keskin değil. Umursayan zaten umursuyor...
Ayrım keskin değil dedim ama böyle bir ayrım yok demedim. Şekilci ayrımı her şekilde yapıyoruz. Güzel bir kızın başına kötü birşey geldiği zaman haberlerde daha çok yer alıyor, biz daha bir farklı üzülüyoruz. Evet hepimiz Castro ve Che arasındaki farkı biliyoruz ama Castro Che kadar yakışıklı olsaydı onun da dünya t-shirt piyasasında bir yeri olmaz mıydı? Bu arada içeriden Berhan Şimşek'in sevimli olmaya çalışan Deniz Gezmişlemesinin sesi geliyor. Bizim az gelişmiş Che'mizi niye bu gerizekalı oynamış ki? Bu da Ergenekon'un işi olmasın?? Deniz Gezmiş'i halkın gözünde küçük düşürmek için Reis Çelik'i tehdit edip Berhan Şimşek'i oynatması için zorlamışlardır belki onu...

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Bahadır bana kızacak ama birşey söylemeden geçemeyeceğim;

Aşağıda Onur'un resmi bize hüznün yanında başka şeyler söylüyor artık; "her saniyemizin, içtiğimiz her yudumun, yediğimiz her lokmanın, bir dostun, bir yolculuğun tadını sonuna kadar çıkarmamız lazım.. Bütün duyularımızla keyifle yaşamak zorundayız.. Çünkü bu kadar hayat.. Sonrası yok."

Herkes sahneye... Tribünler ayakta...

İçimdeki fitneler fücurlar rahat durmuyor. Fiti fiti geziyorlar içimde. Ben aslında genel olarak (ben ve çevremdekiler tarafından) iyi bir insan olarak adlandırılırım, ya da bana öyle gelir. 11 temmuz benim doğumgünümdü ama benim tek derdim ismi lazım olmayan bir kişiyle doğumgünümü paylaşmamaktı. Yani "iyi" bir insanın doğumgünü hakkındaki tek planı nasıl "doğumgünümde onu görmek istemiyorum" olabilir ki? Gerisi ne olursa olsun. Aslında "29'u doldurmak" "30'dan gün almak" kavramları da çok sevimli olmadığından hakikaten doğumgünüm pek umurumda olmadı. Ben doğumgünümde Bursa'dan kaçtım. Çok da iyi yaptım. Cuma akşamı İstanbul'daydık. Şöyle bir düşünelim... Çok saçma, ben bir senedir İstanbul'a gitmemişim. Çok özledim tabi ki de. Ama acayip yabancı hissettim kendimi hayatımda ilk defa. Galiba ben 18 yaşımda Konya'dan İstanbul'a gittiğimde bile bu kadar yabancı hissetmemiştim kendimi. Bu ruh hali 2 saat içinde geçti. (Korkmayın:))
Cuma akşamı Ferdane'de "gay"ik muhabbetiyle, Cumartesi House Cafe'de "gay"ik muhabbetiyle, Cumartesi akşamı teknede "gay"ik muhabbetiyle, Pazar Gloria Jeans'te "gay"ik muhabbetiyle geçti diye özetleyebilirim aslında haftasonunu:) Ama haksızlık olur.. Bursalılara haksızlık olmaz onlar hakediyorlar, geçirdiğimiz güzel haftasonuna haksızlık olur..
Sahne-1
Mekan: Feribot
Oyuncular: Özlem, Bahadır, Gökşen, Köst (Aaaa Köst nerde? Feribotu kaçırmış yönetmenim.. Yerine kutusunu yollamış. "Ben gelinceye kadar onunla idare edin, yoldayım" diyor.)
İstanbul yolundayız. Ne güzel, ne güzel!! Feribotta Gökşen'le karşılaşıyoruz. Karnımız aç. Pizzalar, börekler, kekler, kahveler.. Bi ton İDO yalakalığı. Vır vır vır... Haftasonunun rengi belli oldu. Biz artık hoplayarak zıplayarak değil, konuşarak eğleniyoruz. Yaşlandıkça insanların çeneleri açılır falan ya öyle işte..

Sahne-1.5
Mekan: Taksi
Taksi şoförü Gökşen'e gerizekalı muamelesi yaptı:) Önemsiz bir sahne atılabilir.

Sahne-2
Mekan: Ferdane
Oyuncular: Özlem, Bahadır, Funda, Pampiş, Köst (alkışlar...)
Yan rollerde: Atakan, şortlu kız, pencereden bakan adam
Ferdane'ye gittiğimizde ben hala yabancılaşmamla cebelleşiyordum. Şortlu kız sahneye girdi. Bursa'da hiç böyle giyinen yok. Ve ben yaşlılar gibi kızdan gözlerimi alamadım:) Çok şeker, çok genç... Off ulan offf... Funda geldi, Köst geldi. Biralar geldi, bardaklar gitti.. Pek eğlenceliydi. Ben kardeşimin erkek arkadaşıyla garip bi mesaj trafiğine girdim. Bu da pek enteresandı:) Ferdane'yi kapattık eve yollandık. Çenemiz durmadı. İç iç anlat anlat.. Yarını düşünen yok. Dur biraz yarına halin kalsın diyen yok.

Sahne-3
Mekan: House Cafe-Ortaköy
Oyuncular: Özlem, Bahadır, Funda, Irmak, Köst, Bertan, Oya, Ceyar (öztürkçe meal; ufak jaguar:))
Kahvaltımızı yaptık. Hala mide bulantıları, baş ağrıları tam geçmemişti. House Cafe'ye girdiğimiz anda ben hepsini unuttum. Millet yeşil çay, limonata siparişleri vermeye çalışırken ben Miller isteyince zavallıların psikolojileri alt üst oldu. Amaaaan ölmiicez mi?? Yine geliyor biralar. Alkolizm uçurumunda keyifli hayatlar:) O geldi, bu gitti.. Kaç saat oturduk bilmiyorum, boş konuşmanın sınırları nasıl zorlandı hiç bilmiyorum, Irmak canını zor kurtardı kusura bakmasın artık:)

Sahne-4
Mekan: Kuruçeşme
Başrollerde: Bengisu, Tolga
Yan rollerde: Herkes işte...
Cumartesi Ortaköy sefasından sonra bi yemek yedik (İstanbul'a gidip Bursa'nın meşhur pideli köftesini yiyen gerizeka grubu olarak). Kuruçeşmeye doğru taksilere doluştuk. Ben zavallı ben nasıl yorgunsam takside 2 kere uyuyup uyandım. Hava nasıl bozuk, ben nasıl yorgunum, tekne beni nasıl tutar. Çok kaygılıyım. Nerdeyse şu gece bitse de gidip yatsak modundayım.

Cumartesi Bengisu'nun doğumgünüydü. Çok kral arkadaşımız Tolga sevgülüsüne sürpriz bir tekne partisi düzenledi. Sebebi ziyeretimiz bu. Teknenin önünde Bengisu'yla karşılaşma, duygu dolu anlar, meraba meraba derken uyku düşünmez hale geldim. Ama teknenin hareketleri hiç dostça değildi. Bu kadar huysuzluk belirtisi göstermeye başladığıma göre yapabileceğim tek şey biralara saldırmak, akışa kaptırmak. Neyse ki tekne açıldığı zaman sallanma falan kalmadı. Gece aktı, hem de nasıl...

*Çok eğlenceliydi
*Rol çalmayı sevmem ama bir şampanya da benim için açıldı (çok kibarsınız)
*Uzun süredir hiç böyle gülmemiştim hatta hiç böyle gülmemiş olabilirim çünkü bir saatten sonra gülmemizle eğlenmeye başladık. Çığlık atarak gülmek çok eğlenceli...
*Blog dünyasının gelişmesine katkılarımı görmek göz yaşartıcıydı. Mustafa ve Funda yolda...
*Boğaz tabi ki de mükemmeldi
*Fıkra canlandırması bombaydı

Aslında "anlatılmaz yaşanır" bir geceydi. Ana fikir; "önemli olan beraber olmak"tı. Arkadaşlar "fındık"tı, "fıstık"tı, "keyif"ti, "aman hayat ne güzel"di.







Sahne-5
Mekan:Hisar
Pazar günü bir numaralı kahvaltı mekanımız Hisar'a gittik. Sonrası aylaklık...

Final yine feribot, eve özlem, yorgunluk, Kevser, tavuk&bira... Veeee home sweet home...

Çoook çok eğlenceli bu haftasonu için herkese herkese içten teşekkürler, özel teşekkürler süpersonik ev sahipliği için Funda'ya, tekne fikri için Tolga'ya, enn bi mutlu yıllar dilekleri doğumgünü çocuğu Bengisu'ya... Ennn özür dilekleri yazamadığım her ana...






13 Temmuz 2008 Pazar

coming soon...

Oturup saatlerce yazasım var. Ama çooook yorgunum. Parmaklarım bile ağrıyor. (Fundakız gördüğün gibi ben de senin akıma kapıldım.) Biraz sindireyim yazacaklarımı sonra geliyor...

11 Temmuz 2008 Cuma

gel bana her gece sen ergene konmalısın...

Ben gerçekten kafayı yedim heralde.. Algım çöktü, anlayışım kıtlaştı, beynim durdu heralde.. Biliyorum neler olup bittiğini kimse anlayamıyor ama ben hiç anlayamıyorum heralde...

Arkadaşlar; kontrgerilla, darbeci paşa, derin devlet...

Bunlar değil mi yıllardır bizim ebelerimizle oynaşan?? Herşeyi sildik attık da en büyük düşmanımız nasıl AKP oluverdi?? AKP ne ki... Gelir gider. Diğerleri hep tepemizde. Bırakalım konuşulsun, soruşturulsun. "Bırakalım"ı bırakalım sevinelim. Kontrgerilla tartışılıyor... Bu nasıl bir lükstür bizim için? "Susurluk" dedik unuttuk, şimdi "Ergenekon" diyoruz. Onu da unutacağız. Kimse telaşlanmasın.

Allah devlete zeval vermez bu ülkede, millet ne bok yersen yesin...

10 Temmuz 2008 Perşembe

doğumgünü sendromu

Aptal bir iyimserlik içinde yüzüyorum.. Bütün dertlerimi tasalarımı temize çekiyorum..

4 Temmuz 2008 Cuma


Bu dünya yakışıklısının resminin altına nasıl "1989-2008" yazılacak???

Ahhh Onur.. Ahh Cero.. Ahh Oğuzhan..

İyi tatiller dilekleriyle Konya'ya gittim. Bunları mı yaşayacaktık?? Bunları mı görecektik?? Ben hayatımda ilk defa cenazeye mi gidecektim?? Doğru düzgün tanımadığım ufacık çocukların ardından böyle gözyaşı mı dökecektim?? Ufacık Onur, ufacık Cero, ufacık Oğuzhan 19'unda 20'sinde böyle mi terkedip gidecekti sevdiklerini?? Bu nasıl bir son, bu nasıl bir yanma??
Ahhhh be çocuklar...
Bu nasıl bir veda vedalaşamadan en sevdiklerinle...
Bu nasıl bir yolculuk gideceğin yere varamadan...
Canım kardeşim hayatının dersini böyle aldı. Üç tane arkadaşının toprağa karışmasını gözleriyle gördü. Çığlıkları hala kulağımda "anne nasıl ölürler??" "abla nasıl gömerler??".
Anlamak mümkün değil. Nasıl yakışır ölüm 19 yaşında üç çocuğa?? Anlatmak mümkün değil. Teselli yok. Söyleyecek hiçbirşey yok.
Planlar yarım kaldı. Bütün planlarımızın anlamsızlığı böyle vuruldu yüzümüze...