31 Aralık 2008 Çarşamba

Saat 17.00 olmuşken ben evde milleti beklerken, bu gecenin ilk kadehini herkeslerin şerefine kaldırır 2009'un herkes için sağlık, aşk ve huzur dolu geçmesini diler, yanaklardan birer makas alır giderim efenim. Ama belli olmaz belki tekrar gelirim:) Mutlu olalım ya, aman ya, 2009'u da geçtim. Bugün mutlu olalım. Bu gece, bu saat, şimdi mutlu olalım. Bir yudum daha alalım buz gibi şaraptan, gidelim öpelim yanaktan:) Tamam oldu sevgi kelebeği kıvamına geldim. Hadi gelin artık yaaa....
Hani şey var ya, hmmm nasıl desem? Yılbaşı geceleri kırmızı bişey giyilir. Yeni olanı makbuldür. Şans getirir falan. Ben hayatımda ilk defa geçen sene uyguladım bunu. Bana yaramadı. Uğursuzluk getirdi falan da demek istemiyorum çünkü benim inandığım tek uğur Uğur Yücel.. hehe..
2008 bana hiç iyi gelmedi. Gördüğüm kadarıyla çok bi hayrını gören de yok. Bitsin gitsin, kar örtsün üstünü, alkol kapatsın bilincimizi. Hayatımın en boktan senelerinden biri olduğunu unutayım. Aslında 2009'dan umutluyum iyimserliklerine de giremeyeceğim. Ama en azından bu gece için umutluyum. Allah beterinden saklasın deyip zıplıyorum ben 2009'a. Sizi de bekleriz..

23 Aralık 2008 Salı

Bayramda Konya'daydık. Nasıl dolu dolu döndüm Bursa'ya. O kadar çok yazacak şey vardı ki, bi türlü toparlayıp oturamadım bilgisayarın başına. Geleneklerden bahsetmek istemiştim, insanları birleştiriciliğinden, hayvan katliamının hayvan katliamı olmayabileceğinden, etin bazen et olmamasından. Çekirdek ailemizin artık çekirdek aile olmadığından, büsbüyük bir aile olmamızdan bahsetmek istemiştim. Dedemden, değişimden, yaşlılıktan bahsetmek istemiştim. Bazen kavurmanın sevgi sevgi kokabileceğinden, minnet ve teşekkür tadında olabileceğinden bahsetmek istemiştim. Bir dolu şey vardı anlatacak ama anlatılamayacak birşey vardı ki; bir yumruktu o. Midede bir yumruk, boğazda bir düğüm, gözde yaş, bir kadında kırk yıllık aşktı o. Güzel gözlü, güzel elli dayım vardı. Şimdi yok...
Ali Alkan 19 Aralık'ta terketti bizi, ailesini, dünyayı, acılarını, hastalığını. 21 Aralık'ta Ali Beren Alkan hoşgeldi bize. Durun dedi, dağılmak yok. Yeni başlıyoruz daha..

28 Kasım 2008 Cuma

iiii pok yolu..

Bugün film festivalinin ilk günüydü. Sabah mutlu mutlu sinemaya gittim, biletimi aldım. Ortalık in cin ama sorun değil. Kahvemi aldım, 11.30'da salondayım. Film başlamak üzere değil mi, değil!! 5 dakika falan gecikmeden sonra dışarıda bi gürültüler oldu. Birileri geldi, ellerinde birtakım aletler falan. Biri bişey diyor, biri bağırıyor, biri elinde bir kutu biryerlere koşuyor. Hanım kızımız gelip, teknik bir arıza dolayısıyla 5 dakika gecikeceğiz diyor. Oldu 10 dakika.
Akıllının teki elinde bir kutuyla salona girip acil çıkışa koşuyor. Noldu?? Yangın mı var filmleri mi kurtarıyorsun, olay ne?? Arkasından biri bağırıyor nereye gidiyorsun oğlum, bu tarafa.. Her hallerinden belli ki, bu salonu ilk defa görüyorlar. Filmin başlama saati 11.30, adamlar 11.35'te sıfır hazırlıkla salona anca geliyorlar. Teknik arıza falan yok. Resmen hazırlıklarına filmin başlama saatinde başlıyorlar. Başka bir akıllı geliyor. Alt yazıları verecek projeksiyon kılıklı bir alet var elinde.
"Abi bunu nereye koyacağız ya??" Çüşş..
"Masa gibi birşey getirsen." "İçeride bir dolap kapağı var. Onu koltuğun üzerine koyalım, aleti onun üzerine koyalım." Çüşş iki..
"Abi bunu yükseltmemiz lazım." "Altına mısır kutusu koyalım." Çüşş üç..
Oldu 15 dakika.
Seyirciler çok sabırlı kimsenin gıkı çıkmıyor. Uğraş didin. Perdede bir bilgisayar masaüstü ve uçuşan altyazılar. 11.45 elimizde bu var. Bi 5 dakikacık daha, ölmezsiniz ya.. Panik halinde insanlar. Biri geliyor, biri gidiyor. Seyirciler mırıldanmaya başlıyor. 5 dakika daha, 5 dakika daha..
Ve bomba.. "Çok üzgünüz, yanlış film gelmiş. İsterseniz kısa filmler gösterebiliriz." İnsanlar, ben de dahil, hakikaten çok sabırlıydı. Kısa filmlere de razıydık aslında. Bir zavallı hangi filmler deme gafletinde bulundu. Tamam kısa filmler için hangi filmler demek de çok manalı değil ama, birşey söyle be adam. Ulusal kısa film yarışması filmleri de, uluslararası de, yarışma dışı filmler de, birşey de!! Arkadaş "bir takım kısa filmler var, izlemek ister misiniz" diyebildi. Oha ama ya..
Sonuç tam bir hayal kırıklığı, rezillik, amatörlük, beceriksizlik, umursamazlık..
Salonda aptal aptal 45 dakika oturduktan sonra, sinir krizi halinde çıktım sinemadan. Son günlerde beni en çok heyecanlandıran şey elimde patladı. Bütün hevesim kaçtı. Bursa'ya olan nefretim arttı. Bursa'nın çok şehirperver, "küçük İstanbul'uz yav" sanrısındaki insanlarına "yok yaa!!" deyip huzurdan ayrılmak istiyorum zira çok sinirliyim.

26 Kasım 2008 Çarşamba

blog sana diyorum funda sen anla..

Yihhuuu!! Bizim de film festivalimiz var. İpek yolu hemde.. Ben kendimce bi program hazırladım. Umarım popomu kaldırabilirim. Bi de herkese söylüyorum ki, üstümde bi baskı oluşsun, planladığım filmlere gidebileyim. Seçtiğim filmler şöyle efenim;

* la cuidad de los fotografos - sebastian moreno
* milh hadha al-bahr - anne marie jacir
* blindness - fernando meirelles
* bahoz - kazım öz
* a casa del alice - chico teixeira
* entre les murs - laurent cantet
* the market-a tale of trade - ben hopkins
* er shi si cheng ji - jia zhang-ke
* gitmek - hüseyin karabey
* dung che sai duk-redux - wong kar-wai
* unrelated - joanna hogg
* vicky cristina barcelona - woody allen
* başka semtin çocukları - aydın bulut
* genova - michael winterbottom

Peki bu listeyi niye verdim? Tavsiye ister deli gönül. Öneri de olur..

21 Kasım 2008 Cuma

televizyon çocuğu..

Hülya Avşar biraz önce "farkındalık çok önemli, farklı bakmak çok güzel" dedi. Çok komik geldi bana. Bak yazınca o kadar komik olmadı:) Hülya Avşar'ın "farkındalık"ın anlamını bilmediğini söylemiyorum (biliyordur di mi?), arka arkaya söyleyince komik oldu işte. Kendisi bir süredir "farkındalık"ın kitabını yazıyor. Kim ne derse desin, (ki Hülya Avşar bu dünyada eleştirilmesi en kolay insandır) ben programını çok seviyorum. Konuk seçimi bence çok başarılı. Programa gelecek insanları kim seçiyor çok merak ediyorum. Hülya ablanın seçmediği kesin. Programa gelen herkese uzaydan gelmiş gibi davranması, her söylediklerine anormal şaşırması ve herkese sonuna kadar katılması... gibi bi takım kanıtlarımız var. Tamam konuklar iyi de Hülya Avşar olmasaydı diyebiliriz ama ben öyle düşünmüyorum. O kadının o şaşkınlık hali beni çok eğlendiriyor. İyi böyle iyi...
Bazen üzülüyorum ama.. Yazık garibim lafı her zaman spora getirmeye çalışıyor. "Bi dakka benim de meziyetlerim var, tenis oynuyorum ben, bi servis atıyım mı burda?" diyecek diye korkuyorum. "Örnek olmakla ezik olmak arasında ince bir çizgi vardır" diyeceğim hiç aklıma gelmezdi:) Son zamanlarda beni tırmalayan bir ezik de Ali Kırca.. Üç boyutlu Erdal Sarızeybek'i ben napıyım yahu?? Tamam teknolojin var yaparsın ama o tavırlar ne ya.. Bu tavırları Ali Kırca'da daha önce de gördük gerçi. Çok ciddi bişeylerden bahsederken pos bıyıklarıyla "şimdi bizimcity'deyiz" diye sırıtırdı bi zamanlar. Aldılar oyuncağını elinden morali bozuldu. Neyse ki hologramı var artık. Terör diyor, şehit diyor, efsane komutan diyor; hoooppp heheh Erdal bey sizi stüdyoya ışınlayalım mı? Yazık canı çok sıkılıyor galiba..

20 Kasım 2008 Perşembe

con sen sus!!

Mtv'de Amy Winehouse'ın konseri vardı. Ya da bilemiyorum belki konser kaydı bir adet klibi, ben sadece 1 dakika izleyebildiğim için emin olamıyorum. Neyse efendim Amy abla sahnede raşitik raşitik gezerken "anaaa Yıldız tilbe lan bu" diye çok çok mühim bi tespitte bulundum. Kendi kendime de Amy Winehouse'ı Yıldız Tilbe'ye benzeten bi sen varsındır gerizeka dedim. Lakin durum böyle değilmiş. Herkes aynı şeyi düşünüyormuş. Bir kere daha halkın sesi olduğumu gördüm. Çok ortalama bir insanım ben anasını satiim. Televizyondaki dandik halk oylamalı programların herhangi biri için hiç farketmez, bana sorun. Ben ikinci haftada kimin kazanacağını söyliim size. Halkın nabzını tutuyorum..

15 Kasım 2008 Cumartesi

Atatürk ölmedi soframızda yaşıyor..

Bir yerlerde okumuştum. İster istemez o kadar çok şey okuduk, duyduk ki "Mustafa" hakkında nerede okuduğumu hatırlayamıyorum. Bu filmde bi teknikler kullanılmış da bilinçaltına bişeyler yapıyormuş da özellikle de çocuklara bişeyler oluyormuş da yıllar sonra bilmem bişeyler çıkıyormuş falan filan.. Genel olarak film hakkında duyduğum en saçma şey olabilir. Di dün geceye kadar.. Ben inanmaya başladım artık bu filmde bilinçaltını dumur eden bişeyler var.

Kanıt; dün gece son derece sarhoş bi şekilde eve geldim. Sabah yanımda boş bir puding tabağı ve ağır başağrısıyla uyandım. Benim bildiğim bu. Bahadır efendinin anlattığına göre gece elimde pudingle yatağa gelmişim. "Atatürk tatlısı bu", "Atatürk'ün en sevdiği tatlı bu" diye Bahadır'a yedirmeye çalışmışım:)

Can Dündar ne yaptın bize?? Ne yaptın bilinçaltımıza??

Bilim dünyasına sesleniyorum.. 100 kişi alınsın, film seyrettirilsin, film hakkında en az 50 eleştiri ve 2 tartışma programına maruz bırakılsın, iyi bi içirilsin. Hain Can Dündar'ın bilinçaltımıza neler yaptığı ortaya çıkarılsın. Başımızdaki belayı bilelim.

14 Kasım 2008 Cuma

o demiş bu demiş

* Can Dündar o kadar sevimli bir adam ki ne derse inanmaya hazırım. İkna olurum Canım yorma kendini..

* Baskın Oran dedi ki; "Atatürk bu devleti laikleştirdi, bu film Atatürk'ü..". Tabi saçma. Yani bu filmin herhangi bir başarı yakaladığını söylemek zor. Ama meselem o değil. Bahadır Ozan buyurdu ardından; "devlet işleriyle Atatürk'ü birbirinden ayırmış". Gülmek istiyorum ama kızacak şimdi. Kızma aşkıııımmmm:)

* Duman buyurmuş; "yaşamadım ben bugünü inadımdan". Evet artık açıklama zamanı geldi. Dumanın birçok şarkı sözünü ben yazdım. Ne demişler "yarışmadı yenilmedi açık seçik sizle oynamadı gerilmedi"..

* Amma velakin (son bir kez kısmını atmak istiyorum) "dudağını öpeceğim hayatın vur kalbim"

12 Kasım 2008 Çarşamba

Ben yaptım oldu..

Güzel birgün. Herşeyin her an sıfırdan başlayabileceğini, değişimin o kadar da zor olmadığını müjdeleyen birgün. Birşey mi oldu? Hayır. Babam geldi ama onunla alakalı birşey değil. Gerçi onunla da alakası olabilir. Ne biliyim. İyi hissediyorum kendimi. Beşamel soslu tavuklu krep ve kırmızı şarap da yanında kar bu güzel günün:) Hey hey loy loy..

22 Ekim 2008 Çarşamba

Cankan


Yenilsek ne olur ki?? Fenerbahçelilik bir ruh halidir. Eğlencelidir..

13 Ekim 2008 Pazartesi

"Hayat devam ediyor" diyorduk değil mi? Hem de birçok açıdan çok keyifli devam ediyor. Bayramda oralara buralara gitmedik ama nasıl geçtiğini de anlayamadık, çoook güzeldi. Ailemden uzak olduğum için, annemin mutfakta yemek yapıyor olması, babamın bir tarafta maç seyrederken, kardeşimin facebook başında olması, abimin kocişle oyun oynaması, Tuğçemin durup dururken bana kahve yapması falan benim için çok büyük keyifler.. Evin her tarafından canımdan çok sevdiğim birilerinin çıkması beni aptala çevirdi. Ve evet insan elinin altındakilerin kıymetini bilmiyor. Ailesiyle yaşayan herkesin kulağını çekmek istiyorum. Git iki dakka babanla muhabbet et ulan, adamı hasta etmeaa!! Vee bitanem yeğenim Aslı prensesimin kıçında dolaşmaktan bi hal oldum. Winxlerin hepsinin adını öğrendim.. Bloom, Miusa, Layla, Flora, Tecna, Satella:) Onlar gittikten ve ev bomboş kaldıktan sonra birazcık bunalım ve izlerini takip başladı. Anneciğim kabanını unutmuş. Kapının yanında duracak öyle almaya geliverecekmiş gibi.. Yemekleri dolapta, kardeşimin ayakkabıları benim ayakkabılarımla yan yana..

Aslı'nın kanatları evladımız gibi sevdiğimiz ineğimize emanet:)


Ve Aslı'mın winx balonu kurbişin elinde:)
Kurbişe isim buldum bugün.. Stanley Kurbick:)

10 Ekim 2008 Cuma

26.04.2008 tarihinde annemle telefonda konuşmuşuz. Bana demiş ki "doktorlar 2-6 ay zamanı kaldı diyorlar." Tarihi nerden hatırlıyorum?? O gün oturdum google'a baktım. 2-6 ayda ne yapılır? İtalik kısmı 26.04.2008'de yazmışım. Elim varmamış koymaya, toparlamaya..

"2-6 ayda ne yapılır?
2 ayda Mersin'de bir resim öğretmeni polyesterden yaptığı dünya heykelini tamamlar. Hayatında ilk defa gazetecilere poz verir belki. Çocukları gazeteleri saklar.
3 ayda Brezilya'da 16 yaşında bir çocuk 12 kişiyi öldürür.
4 ayda Eduard ve Mahhilde Cerkes isimli fransız çift 3850 km yürürler.
5 ayda Dr. Mehmet Özkırış Hakkari'de 200 kişiyi ameliyat eder."

Bir insana şu kadar zamanın kaldı denmesi çok umutsuz gibi. Ama zaman herkes için farklı işliyor. 6 ayda bu dünyada bir iz bırakabilirsiniz. Ya da 90 yıl yaşarsınız, yersiniz, sıçarsınız, uyursunuz. Ya da yaşarsınız işte, birini mutlu edersiniz, birilerini mutlu edersiniz, birilerini mutsuz edersiniz, anlamlı anlamsız işlerle uğraşırsınız. Ölüme "neden?" denmiyor. Herkes payına düşeni yaşayıp gidecek.

Çok üzgünüz, içimiz yanıyor. Ama "hayat devam ediyor" klişesi tüm acımasızlığıyla ve gerçekliğiyle ortada. Daha güzel bir klişeyle sözlerimi bitirmek istiyorum. Allahtan ümit kesilmez...

13 Eylül 2008 Cumartesi

Asmayalım da besleyelim mi?

* 650.000 kişi göz altına alındı.
* 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
* Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
* 7 bin kişi için idam cezası istendi.
* 517 kişiye idam cezası verildi.
* Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).
* İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
* 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
* 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
* 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
* 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
* 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
* 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
* 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
* 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
* 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
* 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
* 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
* 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
* Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
* 31 gazeteci cezaevine girdi.
* 300 gazeteci saldırıya uğradı.
* 3 gazeteci silahla öldürüldü.
* Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
* 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
* 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
* Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
* 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
* 14 kişi açlık grevinde öldü.
* 16 kişi -kaçarken- vuruldu.
* 95 kişi -çatışmada- öldü.
* 73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi.
* 43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.

Kaynak

12 Eylül'ünüz mutsuz olsun hüzün dolsun..

11 Eylül 2008 Perşembe

Erteleme Kraliçesi

- Özlem hanım bizim dvdler vardı sizde...
- Hö??
- Güzel kardeşim 8 ay önce almışsınız filmleri hala getirmemişsiniz...
- Höeeaaaa...
- Getir!!
- Hı hı..


- Özlem hanım iyi günler Color kuru temizlemeden arıyorum. Bi t-shirt var burada..
- Eeeee?
- Sizin?
- Hmmmm..
- 5. aydan kalmış...
- A aaaa..

- Aşkım sen annemi hiç aradın mı bu aralar?
- Bu aralar derken??
- Bugünlerde??
- Bugün aramadım..
- Dün?
- ..
- Geçen hafta?
- ..
- Son aramandan bu yana kaç gün geçti bi fikrin var mı?
- ..

Allah bana bu mübarek ramazan günlerinde akıl fikir versin.. Olmazsa bayramdan hemen sonra versin lütfeenn..

10 Eylül 2008 Çarşamba

BU GİZEM ORTAMI NEDEN Bİ ANLASAM!!!??!!

9 Eylül 2008 Salı

Bir haftadır gerim gerim bir acayip oldum. Çok sinirlendim. Çok bağırdım çağırdım. Kollarım bacaklarım tutuldu kasılmaktan. Neden? Bkz. "Yaz Geçer" adlı son derece masum postun yorumları...

Ama sabahtan beri isimsiz bir arkadaşın yorumlarıyla kendime geldim. Aman ya noluyoruz.. Kilit insan bence de Tuğçoş:) Hatta Tuğçoşko.. Yetsin artık bu daraltı.. Teşekkürler "isimsiz"e.. Elbette canım kardeşlerim Tuğçoş ve Arzuş'a.. Elbette canım canım melek (herkes kadar) arkadaşım Fundikime.. Yorumlar silinmeyecek, bundan sonra sinir bozulmayacak, gerekirse suşi bile yenecek...

Herkesten ricam; yorumlarınızı silmeyiniz... Silenin yorumu ceza olarak post şeklinde yerini alacaktır..

İyiydi Fundam iyiydi:)

Sevgi saygı barış özgürlük huzur dinginlik adalet dileklerimle...
Asıl mesele "kadınlar ne ister?" değil "kadınlar birbirinden ne ister?".. Yüz yıllık klişe "kadınlar birbirini çekemez". Siz buna katılır mısınız bilmiyorum ama ben kadın olmaya çalışan bir hatun müsveddesi olarak bunu kendime asla ama asla yakıştıramam. Kadınların birbirleriyle problem yaşamasının en büyük sebebi bence birbirlerini anlamaları. Biz birşey deriz ama başka birşey demek isteriz aslında. Erkekler denilene, kadınlar denilmek istenene bakarlar.

Bir kadın bir kadına derse ki:"sen çok akıllıymışsın, öyle diyorlar" ortamdaki erkekler "evet öyle diyoruz, akıllı o" derler ve bunu 10 saniye sonra unuturlar. Ama o iki kadın bilirler ki bu "herkes senin ne kadar akıllı olduğunu söyleyip duruyor, ben bunu dinlemekten sıkıldım artık" demektir. Onlar anlarlar birbirlerini ve bu saçma anlaşma (anlaşamama haline de gelebilir bu durum) hiçbir zaman unutulmaz. Kadınlar kinci değildir, bunu da kabul etmiyorum. Kadınlar unutmaz..

7 Eylül 2008 Pazar

peace..

"Zirveye çıkmaya niyetli bir grup insanı dağın eteklerine götürdüğünüzde, her biri bu tırmanışa kendi kişisel öyküleri ve içselleştirdikleri olasılık veya sınırlarına ilişkin inançları ile yaklaşacaktır.
Yola şöyle bir bakıp, tek bir adım atmadan çaresizlik içinde vazgeçenler olacaktır.
Olabilecek her duruma karşı paraşüt, çivi, bin türlü erzak ve sıcak su torbasıyla donanmış olanlar olacaktır.
Haritayı bir kenara fırlatıp, zirveye ilk çıkan olma hırsı ile en zor rotayı seçen birisi olacaktır.
Yolun yarısını tırmanmayı başarıp, manzaranın güzelliğinde kaybolarak yolculuğun geri kalanını unutan birisi olacaktır.
Yolculuğun her adımını önceden sayısız kez, tekrar tekrar planlayan, prova eden biri olacaktır.
Nadir olarak da ne kadar yolu olduğunu gören, ancak telaşlanmayan, dikkatle adımlarını yere basan, manzaranın ve seslerin tadını çıkaran ama asla kaybolmayan; yolculuğu her adımda tamamlanan birisi de olacaktır."
"Seyir defterinden notlar" uzun süredir takip ettiğim çok güzel ve ilham verici bir blog. Yukarıdaki parçayı "güzellikleri görerek zirveye yaklaşmak" postundan aldım. "O da olmuyor bu da olmuyor" diye etrafa saldırdığım, özellikle de kendime saldırdığım zamanlarda okumak için hep aklımda. Burada da olsun istedim.

4 Eylül 2008 Perşembe

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Apo'ya cevap sayılabilir ama zaten aklımdaydı yazacaktım

Dear Apocuk;

"kızım bak bööle yazılar yazıosun die boşarsa falan baadır seni, ben evlenirim baadırla.." demişsiniz. Siz bu adamı daha tanımıyorsunuz... Neler var neler ağzımı açarsam bazıları insan içine çıkamaz. Magazin Forever yeah!!
Dün gece yaşananları aynen yazıyorum. Karı koca mahremiyet falan dinlemiyorum..
Bahadır efendi bilgisayar başında (dayakistiyorum.blogspot.com mesaisi), ben televizyon başındayım. Evet biz evliyiz, bu konuya sonra değiniriz.
B: Hayatıııım, o makinenin adı neydi?
Ö: Hangi makine??
B: Banyodaki...
Ben bişey diyemedim tabi. Uzun bi sessizlik. Koşarak geldi. "Hadi söylesene ya, aklıma bişey geldi. Onu yazıcam. neydi ya o makinenin adı?" Dehşet içinde nasıl susulursa öyle sustum.
İç ses : Hayır ya hayır "çamaşır makinesinden" bahsediyor olamaz.
Malesef "banyodaki ya banyodaki" diye çırpınırken resmen çamaşır makinesinden bahsediyor. Ben küçük bi şok yaşarken cevap veremedim tabi. Ben mi abartıyorum acaba?
Sonuç olarak adam gitti. Arçelik'in web sayfasına baktı:)
Yani Apocum haklısın bigün bu adam eve gelebilir. "Ben sizi bir yerden çıkarıcam ama" diyebilir. Ben ona evlilik cüzdanımızı gösterebilirim. O sırada kimin kimi boşadığını anlayamayacağımız bir hızda biz boşanabiliriz. O zaman sana "iyi şanslar" dilerim:)

21 Ağustos 2008 Perşembe

Yaz geçer...

Tatil tatildir işte kardeşim.. 2 gece de olsa, Erdek de olsa hiç sevmediğim çanta toplama işi bile bir heyecan oluyor, bünye buralardan gidiyoruz hissine kapılıyor. Sıkıntı, dert, bunaltı, bulantı siz iki dakka durun biz tatile gidiyoruz..

Ben 10 yaşımda gitmiştim Erdek'e.. Hafızam zayıf olsa da hatırladığım bazı şeyler var:

* Ben küçükken heryerde ışıklı şapkalar ve yoyolar satılıyordu. Canım kocacığımın da ağzı çok sulanmış zamanında 2 günde bozulan dandik şeylere, ona almamışlar ama:( Benim yoyom olmuştu o dönemde.. Şimdi de ışıklı çubuklar, boynuzlu taçlar falan var işte. Şimdiki çocuklar bi acayip ama bizim hissettiklerimizi hissediyorlar mı bilemiyorum. Plajda otururken mısırcı bir grup çocuğun yanına gidip "ağlayın hadi, mısır istiyoruz deyin" falan gibi bişeyler zırvaladı. Toys'r'us'ın önünden geçerken belki ama mısır için falan kendilerini yoracaklarını hiç sanmıyorum. Hem bu mısırlar tatlı da değil, plastik bardak falan da yok.
* Ben küçük bir hanımefendiyken "girmem ben bu denize ya" diye zırıldamıştım. Denizanaları vardı deli gibi. Bu gidişimde denizanalarını sadece kıyıda gördüm. Ne oldukları tam anlaşılmıyordu hatta. Naylon torba sandım önce. Yani deniz anası problemi olmadı ama yosun ormanları içinden denize girmek de adamı yıpratırmış onu gördüm.
* Ben küçükken Erdek'te heryerde "Telli Turna" çalıyordu istisnasız. Hatta ben bu şarkıyı ilk Erdek'te duymuş olabilirim. Bu gidişimizden aklımda kalan "bas gaza aşkım bas gaza" ve "Fatih Ürek delikanlaması". Biz büyüdük ve kirlendi dünya:)
* Deniz anası travmasını yine pek önemsemiyorum ama Erdek'te ciddi bir travma yaşamıştım. Gönen'e gitmiştik. Kaplıcalardan birine girdik. Sadece bakmak için kıyafetlerimizle falan. Ufacık bir havuzda çıplak 10 tane hatun elele tutuşmuş devasa memelerini hoplata hoplata zıplıyorlardı. Hamamlardan, saunalardan, günlerden, kuaförlerden, sadece kadınların toplaştığı yer heryerden bu kadar nefret etmemi buna bağlayabiliriz belki de.. Kuaföre gidince falan hafiften bi yumruk oturur mideme hala.. Ciddiyim..
* Anılarımda Erdek'in en önemli yerlerden birine oturmasının ana sebebine gelirsek; bu süper sıkı durun:) Canım annem Erdek'te sürekli uyuyordu ve hiçbirşey yiyemiyordu. Biz kıpır kıpır annemin bu hallerine bi anlam veremiyorduk. Süper duyarlı, alıngan dayıcım çok üzülüyordu hatırlıyorum. "Sevmediniz siz Erdek'i" alınganlıklarına bile girmişti. Erdek'ten dönünce anladık. Dadada dammmm!!! Annem hayatımın aşkı kardeşime hamileymiş!!!
Peki ben oturdum niye çocukluk anılarımı yazıyorum?? Efendim 2 günlük kısacık Erdek tatilimiz canım kocacığımın çocukluk ve ilk gençlik anılarıyla geçti. Hayatının büyük bir kısmını yazları Erdek'te geçirdiği için "şurada balık tutardık", "burada gitar çalardık", "bu otelde bi kız vardı, ben onunla karşılaşma ihtimalini sevdim" gibi ona göre çok önemli ama benim bi türlü gereken tepkileri veremediğim diyaloglar yaşadık. Ondan etkilenmiş olmalıyım. Dur bi dakka benim de anılarım var krizine girdim heralde:)
Bugünlere gelirsek (biraz zor oldu ama); aslında gelemeyiz çünkü bu tatil bi nevi ilk gençlik tatili gibi oldu. Kendimiz yine 14 yaşında gibi hissettik. Anne baba sıcaklığı, "biraz daha ye", "salata yemedin sen", "şapka tak, başına güneş geçer", "o kadar fındık yenmez, miden bozulur", gizli saklı sigara içmeler, ayrı yataklar:)
Güzeldi ama güzel.. İnsan bunu da istiyor. Sinir krizlerinin ucundan döndüğüm zamanlar olsa da, hala bir aradayken (çok şükür) dibine kadar bunları da yaşamak lazım. Sonuçta deniz, kum, yosun, şemsiye, uzun yürüyüşler, levrek (ama ne levrek), bira, anne, baba, Erdek, YAŞASIN TATİL!!!




Herşeyden herşeyden güzeli ise yaz galiba.. Çok bunaldık, çok sıcak, uzun uzun bi tatil yapamadık, bu yaz Aslımla havuza giremedim, Alanya'ya gidemedim, acı acı şeyler yaşadık ama yazın sonuna yaklaşmak koyuyor bana.. Az kaldı yahu. Egeciğimle bi daha ne zaman havuz kenarında tepişicez..


Dear friends "warning", yaz bitiyor.. Önümüzdeki haftasonu yine bizdesiniz.. Kırdırmayın kafanızı..



15 Ağustos 2008 Cuma

* Cumartesi günü Erdek'e gidiyoruz. Sinirlerim ne kadar iltihaplanmış, derim ne kadar kalınlaşmış test edeceğiz..

* 2.5 yaşındaki yeğenim bugün telefonda bana "okula gidince tuvalete gidicem" dedi. Çiş tuvalete yapılır, bezine yapanları okula almazlar stresi. Garibim hayat gailesi biyerinden başladı işte..

* Canım kardeşim diyetisyen olmaya karar verdi. Hele bi mezun olsun vericem bu kiloları..

* Abi (gerçek abimden bahsediyorum) sen okuyor musun benim blogumu ya??

12 Ağustos 2008 Salı

ben hüsrana komşuyum...

Benim acayip arabesk bi tarafım var. Depresyona meyilli karakterim de bunu destekliyor tabi. Nerden estiğini anlayamadan bir adet "Ebru Gündeş" şarkısı indirmiş bulunuyorum ki kendisi ülkemiz sınırları içindeki tahammülü en zor insanlardandır diye düşünüyorum. Ebru Gündeş, Ebru Şallı, Ebru Destan, Ebru Yaşar... diye döküldü birden zihnim. Bela mısınız kardeşim!!! (Derin nefes)

Neyse efendim ben bu şarkıyı indirmiş ve 25 kere dinlemiş bulundum. Şarkımız "Kaçak". Hülya Avşar'ın (anıra anıra mıydı, böğüre böğüre miydi) pek bi hislendiği şarkı.

Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm..
Kim bilir ne bekliyor kalır mıyım ölür müyüm..
Ne malum dünya gözüyle bir daha görür müyüm..

Bilinç altı bilinç üstü anlamsızca çalışıyor işte. Bu şarkıyı dinlerken insan(o insan ben oluyorum) resmen terkedilmek istiyor. Koca insanıyla ne zamandan beri anormal bir huzur içinde yaşıyoruz. Huzursuz yapımı bu kadar huzur rahatsız ediyor tabi. Bi terkedilesim var:) Hayatımda çok huzurlu olunca ben de şarkılara atıyorum kendimi bu aralar ne yapalım...

"Benim sermayem çift el artı çift göz
Karamsardan varan harbi doğru söz
Acılarımsa köz
Ah bu benim sisli yollarım"

Hatta;

"Artık bülbül ötmüyor gül dolu pencerede
Yalnız hatıran kaldı boş kalan çerçevede.."

Gezegendeki son gemiye binip çek git...

"Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim bey.. Sen mi büyüksün? Hayır, ben büyüğüm ben Yaşar usta..." eşliğinde gözlerim dolu dolu gecenin 3.40'ında efendi gibi bilgisayarın başında kahvemi içiyordum. Telefon çaldı. Aslında alarm çaldı. Saygıdeğer kayınvalideciğimin evinin alarmı.. Kendileri tatildeler, bu demek oluyor ki sorumluluk bizde. Eee?? Birinin alarmı çaldığında ne yapılır? Çok anlamsız bir durum. Polisi falan arayamazsın, bıkmışlar yanlışlıkla çalan alarmlardan. Çağırsan da muhtemelen gelmezler. Gerçi benim köylüler ot yakıyorlar, zeytin ağaçlarına birşey olacak diye jandarma aramışlığım var yani, sorumlu sorunlu menapoz teyze hesabı.. Neyse işte biz üzerimize düşeni yaptık. Gittik evin etrafında içinde çeşitli turlar attık. Bahadır içeri ayakkabısıyla girdi, annesi görse öldürürdü. Bilenler bilir:) Ben kirpi gördüm. Komşunun köpeği ödümü patlattı. Eve geldik. Bahadır yatağa hopladı. Ben kaldım şimdi öyle.. Eve gelinceye kadar alarmlarla olan hesaplaşmamı bitirdim. Alarm sadece acemi hırsızların elini ayağını birbirine dolaştırır başka da bir işe yaramaz. Saat beşe yaklaşırken uyumayan birçok insan gibi kendimle hesaplaşasım var. Ama bu hesaplaşma da bir sonuç getirmez biliyorum. Hesap kitap bu yaşıma geldim. Hala canı istediğinde uyuyan, sabah kahvaltısında magnum yiyen, gittikçe foka benzeyen bir organizmayım. Ne var ya?? "Ben büyüğüm ben..."

30 Temmuz 2008 Çarşamba

canlı yayın

Televizyona kilitlendik. Sonucu aldık. Bu sefer olmadı. Siz yine de kınalarınızı saklayın. Darbe falan olur lazım olur...

29 Temmuz 2008 Salı

şişman neşesi...

Aldım. Bu da oldu. Zor oldu ama oldu işte. Dünyanın sonu değilmiş gördüm. Ben resmen gittim mayo aldım. Hem de baya yüzücü mayosu gibi mayo. Mayo mayo bi mayo aldım. Bikini değil evet mayo. Yüzyıllardır bikini giydikten sonra mayo almak, bi de onu giymek, 30 yaşında olmak, hayatının en şişko yazını yaşamak sadece kızların anlayabileceği ciddi bir travma. Bütün haftasonu mayomdan bahsetmeye çalıştığım için herkesten anlayış bekliyorum. Hazmetmeye çalışıyorum. Ama yaptım. Ben ruhumu double çikolatalı magnuma sattım. Günde iki tane magnum yemek için gerekirse mayo giyerim arkadaş. Giydim de... Kendimi güreşçi gibi hissetmenin yanında bir de havuza girerken "bi dakka bi fazlalık var, hala çıkarmam gereken bişeyler var" hissinden de kurtulamadım. Bir de iğrenç güneş yanıkları meselesi falan da var. Ayrıca mayodan da çok birşey beklememek lazım neyi ne kadar kamufle edebilir ki?? Amaan neyse ne, ben zayıf günlerime veda edip artık kendimi tombul bir insan olarak kabul etmeye çalışıyorum galiba. Kilo verme verememe stresi yedi bitirdi beni. Bi süre böyle işte, bol şeyler giyerim, mayo giyerim, kocaman elbiseler giyerim ne biliyim rejim lafı duymak istemiyorum...

24 Temmuz 2008 Perşembe

Şu saniyede duydum Suna Pekuysal da gitmiş... İçim üşüdü..

23 Temmuz 2008 Çarşamba

ay lav yu ay lav yu du yu lav mi yes ay duuuuu...

Sevgili Bahadır efendiyle evliliğimiz 3 yılı doldurmak üzere. 4 senede öncesinden olmuş sana 7 sene. 2-3 senede tanışıklık-arkadaş ayağı falan derken ben nerdeyse 10 senedir bu adamı tanıyorum. 7 senedir de aşığım. Evet hala aşığım diyebiliyorum çünkü ben aşığım lafının üzerine çok düşünenlerden değilim. Hani vardır ya aşk sevgiye dönüşür, sevgi balkabağına dönüşür, balkabağı benim dötüme dönüşür hikayeleri bana uzak. Aşığım işte olmasam ne işim var "hayatım mal neyin yoncasıydı" diyen adamla? Bir tane şarkının sözlerini bilmez ama utanmadan uydura uydura söyler, dj arkadaşına "abi winamp mi kullanıyorsun, shuffle mı yapıyorsun" der, kavga etmeyi bilmez, sims'te girer benim kasabama "Ragıp Bitut Sen, Orhan Kaydıgeçti, Memeli Hayvanlı..." gibi iğrenç karakterler yaratıp ortamın huzurunu bozar, bilgisayarın başından kalkmaz, gaylı guylu konuşmalara bayılır... En kötüsü de beni de her geçen gün kendine benzetir (bi arkadaştan alıntı: atla yatan botla kalkar) ... Ama gönül bu işte ata da konar bota da(bi arkadaştan esinlenme:))... Aşk işte ne yapsa hoş gelir, anıra anıra güler bu deli gönül kocasına..
Veee deli gönlün kocası bir blog sahibi olur, dedim ya ne yapsa hoş gelir; deli gönül gururla sunar... www.dayakistiyorum.blogspot.com


19 Temmuz 2008 Cumartesi

Gırgır'a dayanamıyorum. Bir zamanlar Gırgır 500.000 satarmış, hey gidi heymiş, zaten herşeyin tıkırında olduğu ülkelerde mizah yapılamazmış, muhalifmiş, Oğuz Aral efsaneymiş, mizah dergilerini 1000 kişi alsa 50.000 kişi okurmuş, mış, muş... Evet, mizah dergilerini hepimiz çok seviyoruz. Ama artık benim bünye almıyor, özellikle Gırgır'ı hiç almıyor. Tuvalette falan denk gelirsem "Yiğit Özgür, Ersin Karabulut, Uğur Gürsoy"a dayanamam o kadar. Pis bir ilişkim kaldı yani mizah dergileriyle. Derken kendimi bi tuhaf hissettim ama Deli vardı ya diyesim geldi, Limon vardı, efsane Leman vardı. Ne güzeldi aslında. Incık cıncık okurdum. Neyse işte artık okuyamıyorum. Derken de yine çelişik ifadeler kullanarak şunu da söylemek isterim: Kimdi hatırlamıyorum. Gırgır tayfasından biri geçenlerde fokların öldürülmesini gözümüz yaşlı seyrederken tavukları koyunları düşünüyor muyuz acıba gibilerinden bişeyler çiziktirmiş. Düşünenler var tabi ki de, düşünmeyenler çoğunlukta olabilir. Düşünmeyenlerin çoğunun da zaten foklar da umurunda değil. Arkadaşımız "dikkatimizi çekmesi, içimize dokunması için illa sevimli bir suratı mı olması gerekir"e dikkat çekmeye çalışıyor. Ki bence inekler foklardan daha sevimli... Bence bu ayrım o kadar da keskin değil. Umursayan zaten umursuyor...
Ayrım keskin değil dedim ama böyle bir ayrım yok demedim. Şekilci ayrımı her şekilde yapıyoruz. Güzel bir kızın başına kötü birşey geldiği zaman haberlerde daha çok yer alıyor, biz daha bir farklı üzülüyoruz. Evet hepimiz Castro ve Che arasındaki farkı biliyoruz ama Castro Che kadar yakışıklı olsaydı onun da dünya t-shirt piyasasında bir yeri olmaz mıydı? Bu arada içeriden Berhan Şimşek'in sevimli olmaya çalışan Deniz Gezmişlemesinin sesi geliyor. Bizim az gelişmiş Che'mizi niye bu gerizekalı oynamış ki? Bu da Ergenekon'un işi olmasın?? Deniz Gezmiş'i halkın gözünde küçük düşürmek için Reis Çelik'i tehdit edip Berhan Şimşek'i oynatması için zorlamışlardır belki onu...

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Bahadır bana kızacak ama birşey söylemeden geçemeyeceğim;

Aşağıda Onur'un resmi bize hüznün yanında başka şeyler söylüyor artık; "her saniyemizin, içtiğimiz her yudumun, yediğimiz her lokmanın, bir dostun, bir yolculuğun tadını sonuna kadar çıkarmamız lazım.. Bütün duyularımızla keyifle yaşamak zorundayız.. Çünkü bu kadar hayat.. Sonrası yok."

Herkes sahneye... Tribünler ayakta...

İçimdeki fitneler fücurlar rahat durmuyor. Fiti fiti geziyorlar içimde. Ben aslında genel olarak (ben ve çevremdekiler tarafından) iyi bir insan olarak adlandırılırım, ya da bana öyle gelir. 11 temmuz benim doğumgünümdü ama benim tek derdim ismi lazım olmayan bir kişiyle doğumgünümü paylaşmamaktı. Yani "iyi" bir insanın doğumgünü hakkındaki tek planı nasıl "doğumgünümde onu görmek istemiyorum" olabilir ki? Gerisi ne olursa olsun. Aslında "29'u doldurmak" "30'dan gün almak" kavramları da çok sevimli olmadığından hakikaten doğumgünüm pek umurumda olmadı. Ben doğumgünümde Bursa'dan kaçtım. Çok da iyi yaptım. Cuma akşamı İstanbul'daydık. Şöyle bir düşünelim... Çok saçma, ben bir senedir İstanbul'a gitmemişim. Çok özledim tabi ki de. Ama acayip yabancı hissettim kendimi hayatımda ilk defa. Galiba ben 18 yaşımda Konya'dan İstanbul'a gittiğimde bile bu kadar yabancı hissetmemiştim kendimi. Bu ruh hali 2 saat içinde geçti. (Korkmayın:))
Cuma akşamı Ferdane'de "gay"ik muhabbetiyle, Cumartesi House Cafe'de "gay"ik muhabbetiyle, Cumartesi akşamı teknede "gay"ik muhabbetiyle, Pazar Gloria Jeans'te "gay"ik muhabbetiyle geçti diye özetleyebilirim aslında haftasonunu:) Ama haksızlık olur.. Bursalılara haksızlık olmaz onlar hakediyorlar, geçirdiğimiz güzel haftasonuna haksızlık olur..
Sahne-1
Mekan: Feribot
Oyuncular: Özlem, Bahadır, Gökşen, Köst (Aaaa Köst nerde? Feribotu kaçırmış yönetmenim.. Yerine kutusunu yollamış. "Ben gelinceye kadar onunla idare edin, yoldayım" diyor.)
İstanbul yolundayız. Ne güzel, ne güzel!! Feribotta Gökşen'le karşılaşıyoruz. Karnımız aç. Pizzalar, börekler, kekler, kahveler.. Bi ton İDO yalakalığı. Vır vır vır... Haftasonunun rengi belli oldu. Biz artık hoplayarak zıplayarak değil, konuşarak eğleniyoruz. Yaşlandıkça insanların çeneleri açılır falan ya öyle işte..

Sahne-1.5
Mekan: Taksi
Taksi şoförü Gökşen'e gerizekalı muamelesi yaptı:) Önemsiz bir sahne atılabilir.

Sahne-2
Mekan: Ferdane
Oyuncular: Özlem, Bahadır, Funda, Pampiş, Köst (alkışlar...)
Yan rollerde: Atakan, şortlu kız, pencereden bakan adam
Ferdane'ye gittiğimizde ben hala yabancılaşmamla cebelleşiyordum. Şortlu kız sahneye girdi. Bursa'da hiç böyle giyinen yok. Ve ben yaşlılar gibi kızdan gözlerimi alamadım:) Çok şeker, çok genç... Off ulan offf... Funda geldi, Köst geldi. Biralar geldi, bardaklar gitti.. Pek eğlenceliydi. Ben kardeşimin erkek arkadaşıyla garip bi mesaj trafiğine girdim. Bu da pek enteresandı:) Ferdane'yi kapattık eve yollandık. Çenemiz durmadı. İç iç anlat anlat.. Yarını düşünen yok. Dur biraz yarına halin kalsın diyen yok.

Sahne-3
Mekan: House Cafe-Ortaköy
Oyuncular: Özlem, Bahadır, Funda, Irmak, Köst, Bertan, Oya, Ceyar (öztürkçe meal; ufak jaguar:))
Kahvaltımızı yaptık. Hala mide bulantıları, baş ağrıları tam geçmemişti. House Cafe'ye girdiğimiz anda ben hepsini unuttum. Millet yeşil çay, limonata siparişleri vermeye çalışırken ben Miller isteyince zavallıların psikolojileri alt üst oldu. Amaaaan ölmiicez mi?? Yine geliyor biralar. Alkolizm uçurumunda keyifli hayatlar:) O geldi, bu gitti.. Kaç saat oturduk bilmiyorum, boş konuşmanın sınırları nasıl zorlandı hiç bilmiyorum, Irmak canını zor kurtardı kusura bakmasın artık:)

Sahne-4
Mekan: Kuruçeşme
Başrollerde: Bengisu, Tolga
Yan rollerde: Herkes işte...
Cumartesi Ortaköy sefasından sonra bi yemek yedik (İstanbul'a gidip Bursa'nın meşhur pideli köftesini yiyen gerizeka grubu olarak). Kuruçeşmeye doğru taksilere doluştuk. Ben zavallı ben nasıl yorgunsam takside 2 kere uyuyup uyandım. Hava nasıl bozuk, ben nasıl yorgunum, tekne beni nasıl tutar. Çok kaygılıyım. Nerdeyse şu gece bitse de gidip yatsak modundayım.

Cumartesi Bengisu'nun doğumgünüydü. Çok kral arkadaşımız Tolga sevgülüsüne sürpriz bir tekne partisi düzenledi. Sebebi ziyeretimiz bu. Teknenin önünde Bengisu'yla karşılaşma, duygu dolu anlar, meraba meraba derken uyku düşünmez hale geldim. Ama teknenin hareketleri hiç dostça değildi. Bu kadar huysuzluk belirtisi göstermeye başladığıma göre yapabileceğim tek şey biralara saldırmak, akışa kaptırmak. Neyse ki tekne açıldığı zaman sallanma falan kalmadı. Gece aktı, hem de nasıl...

*Çok eğlenceliydi
*Rol çalmayı sevmem ama bir şampanya da benim için açıldı (çok kibarsınız)
*Uzun süredir hiç böyle gülmemiştim hatta hiç böyle gülmemiş olabilirim çünkü bir saatten sonra gülmemizle eğlenmeye başladık. Çığlık atarak gülmek çok eğlenceli...
*Blog dünyasının gelişmesine katkılarımı görmek göz yaşartıcıydı. Mustafa ve Funda yolda...
*Boğaz tabi ki de mükemmeldi
*Fıkra canlandırması bombaydı

Aslında "anlatılmaz yaşanır" bir geceydi. Ana fikir; "önemli olan beraber olmak"tı. Arkadaşlar "fındık"tı, "fıstık"tı, "keyif"ti, "aman hayat ne güzel"di.







Sahne-5
Mekan:Hisar
Pazar günü bir numaralı kahvaltı mekanımız Hisar'a gittik. Sonrası aylaklık...

Final yine feribot, eve özlem, yorgunluk, Kevser, tavuk&bira... Veeee home sweet home...

Çoook çok eğlenceli bu haftasonu için herkese herkese içten teşekkürler, özel teşekkürler süpersonik ev sahipliği için Funda'ya, tekne fikri için Tolga'ya, enn bi mutlu yıllar dilekleri doğumgünü çocuğu Bengisu'ya... Ennn özür dilekleri yazamadığım her ana...






13 Temmuz 2008 Pazar

coming soon...

Oturup saatlerce yazasım var. Ama çooook yorgunum. Parmaklarım bile ağrıyor. (Fundakız gördüğün gibi ben de senin akıma kapıldım.) Biraz sindireyim yazacaklarımı sonra geliyor...

11 Temmuz 2008 Cuma

gel bana her gece sen ergene konmalısın...

Ben gerçekten kafayı yedim heralde.. Algım çöktü, anlayışım kıtlaştı, beynim durdu heralde.. Biliyorum neler olup bittiğini kimse anlayamıyor ama ben hiç anlayamıyorum heralde...

Arkadaşlar; kontrgerilla, darbeci paşa, derin devlet...

Bunlar değil mi yıllardır bizim ebelerimizle oynaşan?? Herşeyi sildik attık da en büyük düşmanımız nasıl AKP oluverdi?? AKP ne ki... Gelir gider. Diğerleri hep tepemizde. Bırakalım konuşulsun, soruşturulsun. "Bırakalım"ı bırakalım sevinelim. Kontrgerilla tartışılıyor... Bu nasıl bir lükstür bizim için? "Susurluk" dedik unuttuk, şimdi "Ergenekon" diyoruz. Onu da unutacağız. Kimse telaşlanmasın.

Allah devlete zeval vermez bu ülkede, millet ne bok yersen yesin...

10 Temmuz 2008 Perşembe

doğumgünü sendromu

Aptal bir iyimserlik içinde yüzüyorum.. Bütün dertlerimi tasalarımı temize çekiyorum..

4 Temmuz 2008 Cuma


Bu dünya yakışıklısının resminin altına nasıl "1989-2008" yazılacak???

Ahhh Onur.. Ahh Cero.. Ahh Oğuzhan..

İyi tatiller dilekleriyle Konya'ya gittim. Bunları mı yaşayacaktık?? Bunları mı görecektik?? Ben hayatımda ilk defa cenazeye mi gidecektim?? Doğru düzgün tanımadığım ufacık çocukların ardından böyle gözyaşı mı dökecektim?? Ufacık Onur, ufacık Cero, ufacık Oğuzhan 19'unda 20'sinde böyle mi terkedip gidecekti sevdiklerini?? Bu nasıl bir son, bu nasıl bir yanma??
Ahhhh be çocuklar...
Bu nasıl bir veda vedalaşamadan en sevdiklerinle...
Bu nasıl bir yolculuk gideceğin yere varamadan...
Canım kardeşim hayatının dersini böyle aldı. Üç tane arkadaşının toprağa karışmasını gözleriyle gördü. Çığlıkları hala kulağımda "anne nasıl ölürler??" "abla nasıl gömerler??".
Anlamak mümkün değil. Nasıl yakışır ölüm 19 yaşında üç çocuğa?? Anlatmak mümkün değil. Teselli yok. Söyleyecek hiçbirşey yok.
Planlar yarım kaldı. Bütün planlarımızın anlamsızlığı böyle vuruldu yüzümüze...

26 Haziran 2008 Perşembe

İyi yolculuklar bitanem...



Maç seyretmeye yine aynı yere gittik dün akşam. Suare'ye girerken kapıda komşumuz ve ikiz kardeşini gördük. "Meraba bizi tanıdız mı" dedim. Ne saçma aslında insanın 3 yıllık komşusuna böyle bir soru sormaması lazım mantık olarak. Komşu kişisi küfretmişim gibi bi ifadeyle "hayır" dedi. Biz sizin karşınızdaki evde oturuyoruz dedim. Döndüm gittim. Çok acayip. Azarlanmış gibi hissettim kendimi. Ama olsun maçımız var şimdi. Çok heyecanlıyız. Enerjiyi düşürmemek lazım.


Girdik içeri. Kalabalık tabi. Masa bulamadık. Düzgün görünümlü ayı kardeşlerden oluşan bir grup var. 7 kişi 4 masa. İnsan gibi gittim "iyi akşamlar masalardan birini alabilir miyiz" dedim. Sanıyorum ki o an kendini gayet komik+cool bularak "hayır" dedi. Ama sadece "hayır". Yani bi kız geldi masa istedi ve ben çok cool bi ayı olduğum için (kutup ayısı) hiç bi açıklama yapma gereği duymadan hayır deyip haddini bildirdim. Bu akşam duyduğum ikinci tokat gibi hayır. Niyeyse ama neden falan dedim. Muhatap olmasana yabani bi hayvan bu ne yapacağı belli mi olur. 2 arkadaşımız daha gelecek gibi şeyler söyleyebildi. Aptal herif 9 kişi 4 masa biz 6 kişi 0 masa kalmışız. Gerizeka yemek yiyecek sanki. Altı üstü ayakta maç seyrediyorsun. 2 kişiye bir kültablası düşmese ne olur? Ama olsun aramızda hala cazibesini yitirmemiş kız arkadaşlarımız vardı. Güzeller güzeli kardeşim 30 saniyede bir masa ayarladı. Gecenin kahramanı oldu. Bara da yakın bir yer bulduk. Yerleştik. Tamam yerimiz süper. Unutabiliriz "hayır"ları. Gelsin biralar oynasın kızlar...


Dün akşam bol zıplamalı çok bağırmalı pek heyecanlı bir maç seyrettik. Sonra boynumuz bükük çıktık Suare'den. Ama olsun kırmızı şapkam çok güzel. Ama olsun maçtan sonra ve o kadar biradan sonra Hobi'de kumru yemek daha da güzel.


Bu sabah çok zor da olsa erken kalktık. Bugün kociş Türkmenistan'a gidiyor. Hala bavulu hazır değil. Hala gereken çıktılar elinde değil. O son saniyeye kadar çıktıların başında duracak. Benim de mantık olarak eşyalarını hazırlıyor olmam lazım. Ama ben ne yapıyorum?? Evet.. Bilgisayarın başında bavul hazırlamamamla alakalı bişeyler saçmalıyorum:)


Kociş gidince ben de kardeşim, annem ve kardeşimin arkadaşlarıyla Alanya'ya gidiyorum. Güya kızlar sınav sonrası stres atma tatili yapacaklar. Biz de annemle başlarında nöbetçi gibi olacağız. Amaç o değil aslında ama biraz öyle olacak. Kusura bakmayın kızlar... Biz de stres atmak istiyoruz. Sınav bizde de stres yarattı.

21 Haziran 2008 Cumartesi

petrol ofisi yanında...

Bu akşam inanılmazdı... Neden??

* Ben futboldan falan anlamam. Bi gol olacak diye 120 dakika beklemek de çok manalı gelmez ama ben niye gözlerimi o ekrandan alamadım??

* Milliyetçi falan değilim. Kimsenin şehit olmasıyla göğsüm kabarmaz en fazla üzülürüm. Niye orda burda forma aradım şöyle en kırmızısından??

Aidiyet duygusu çok güven verici birşey. Çoğu zaman ait olmak istemediğiniz bir yere bile ait olmak güzel sıcak birşey. Benim takımım işte. Sanki yüzbinlerce dolar bana veriliyor. Nerden senin takımın oluyor?? Yok ama öyle değil işte. Ben havalara zıpladım bu akşam sevinçten. O zaman benim takımım...

Yüzlerce insanla beraber izledik maçı. Beraber hopladık. Beraber bağırdık. Beraber bitti gitti dedik. Beraber şok olduk. Sonra çok sevindik.

Köstcüm sağolsun elimin üstüne kapıyı kapattı galibiyet turunda. Bu bir klasik galiba. Çek maçından sonra da annem kardeşimin elini cama sıkıştırmıştı. Hiç canım acımadı. Adrenalin+alkol galiba... Ağzımı kapatamadım maçtan sonra birkaç saat.. Çok acayipti ya...

19 Haziran 2008 Perşembe

31 Mayıs 2008 Cumartesi

SUPPORT GAY EQUALİTY


İyi de güzel kardeşim siz bilmiyor musunuz "bu ülkede herşey ortalama olacak"?? Vasatlıklar diyarı. Bak etrafında herkes nasılsa sen de öyle ol. (Kimse bu herkes?) Mutlu huzurlu yaşa. Mahkemelerimizi de oyalama. Hem zaten sivrisinek, eşcinsellik geni falan falan. Bilimimiz sağolsun bi taraflarından bişeyler uydurup duruyor. Kapa dernekleri, temizle genleri, olmadı salla bikaç tanesini Taksim meydanında bak bir daha yapıyorlar mı?

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Ama ağacımız çok güzeldi yaaaa:(

Bu sabah kapı ziliyle uyandım. Bir haftadır sadece meyve yemekten hafif kurumuş olduğum için büyük zorluklarla kendimi yataktan ayırdım. Kapıda Ahmet "the bad guy" efendi, "Özlem hanım kirazları kuşlar yiyor, toplamak lazım" diyor. "Yaa Ahmet abi ama onlar çok güzel" gibi bişeyler mırıldandım. Üzüldüm bayaa. Üzüntümle "bırak ya ilk hasadımız bu doğaya armağan olsun" ya da "ben toplarım çıt çıt, kendimden de geçerim" diyemedim. Verdim eline bir kap, gitti hoyrat elleriyle kıymetlimiz kirazlarımızı topladı. Yiyemiyorum içim almıyor. Ölmüşler gibi sanki.

Bu hafta kiraz da kiraz diye kafayı bozmuş bulunuyorum. "Görmemişin ufacık bir kiraz ağacı olmuş tutmuş blogunun adını kiraz ağacı olarak değiştirmiş" gibi durumlardayım nerdeyse. Bu kadar yaygaramın tümü de işte bu kadarcık kiraz:) Hepsi bu...

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Yalnız ve güzel ülkem Türkiye'ye... Hakediyormuş gibi...

Ben malesef Nuri Bilge Ceylan'dan anlamıyorum. Biz üniversitedeyken Kasaba çıktığında yıkılmıştı ortalık. Ben yine o koroya katılamamıştım. Zaten iki tane filmini seyrettim. Bir daha da seyredesim gelmedi. Ama gurur benim gururum. Yaşarım, kimse de birşey diyemez:)

beni bu havalar mahvetti... 2. bölüm

Öncelik kirazların tabi ki de... Bu aralar beni en çok mutlu eden şey bu görüntü oldu. Ben çocukluğumda bol bol ağaca çıkmış (çok düşmezdim ama temkinli sıpaydım), dalından meyve yemiş, çamurdan tencere yapmış şanslı bir tiptim. Ama ilk defa gün gün bir kirazın renk değiştirmesini gördüm. Çok acayip bişey hakikaten.






Erikler başka bi hikaye, hala olmadılar. Kocaman olacaklar diye tahmin ediyorum. Galiba şu yumruk gibi mor eriklerden.










Böğürtlen gibi birşey olduğunu tahmin ettiğimiz şey tahminlerimizi kuvvetlendiriyor:)







Ve her mevsim güzel zeytinlerimizin zarif çiçekleri...








Tüm bu güzelliklerle beraber ben sürekli bahçemizin bakımsızlığından şikayet eden bir tipim. Ama alın size bakımsızlığın güzelliği. Hangi komşumuzun bahçesinde var böyle özgür ruh bir papatya:)

17 Mayıs 2008 Cumartesi

Paratoner

Bu aralar "laikiz biz laikiz biz" diyenlere ters birşey söylemek tamamiyle yasak biliyorum. Ama ben nedense hiç durmadan yanlış anlaşılarak cengaver cengaver konuşup duruyorum. Kapa çeneni otur yerine "Tayyip'in de allah belasını versin" de rahat et. Huzura er di mi? Ama yok zırvalamaya devam...

Hani bir söylem vardır. "Kadınlığını doyasıya yaşamak", "Eşcinselliğini doyasıya yaşamak" falan falan... Kadınlık mesela sadece çiftleşmek değildir, 50000 şey barındırır içinde. Ama "kadınlığını doyasıya yaşayan kadın" tanımı böyle tuhaf birşey içerir. Sanki sürekli her istediği adamla sevişen kadın gibi... Benim bu kaç kişi olduklarına karar verememiş arkadaşları biraz böyle tanımlayasım geliyor.

Laikliğini doyasıya yaşayanlar...

Bir yazının 2 dakikada edite ihtiyacı olur mu yahu:

Yazımı okuyan ilk kişinin yorumu: "laikler sürekli sevişirler mi" gibi birşey oldu:) Ben alıştım artık. Bu sürekli olan birşey. Ben yanlış anlaşılıyorum. Yazmamam lazım belki de...

Hayır sevgili okur!! Ben laikler sürekli sevişirler demedim:) Ben dedim ki; vasat beyinlerin kadınlıktan anladığı görece daha sığ şeyleri gözümüze sokan bir kadın tipini anımsatır "kadınlığını doyasıya yaşayan kadın" tanımlaması.

Ben demek istedim ki "biz kaç kişiyiz" ahalisinin "laikiz laikiz" diye gözümüze soktuğu şeyler mi laiklik?? Mesela türban bu ülkede tamamen yasaklansa başı açık algısı kapalı, okuduğunu anlamayan milyonlarca kadın vatandaşlık bilinciyle hayata karışacaklar mı?

11 Mayıs 2008 Pazar

Thanks

Teşekkürler...

Anneanneme, dünyanın en iyi annesini doğurduğun için, dünyanın en enteresan kadını olduğun için, herşeye üzüldüğün için:), kimseye eyvallahın olmadığı için, seni anlayabilecek kadar yaşadığın için...

Tuğçeme, abime ve Aslı'ma çok iyi baktığın için, çok iyi bir arkadaş olduğun için, örnek alınacak bir anne olduğun için (izlemedeyim senden çok şey öğreniyorum), anneme benden daha iyi bir kız olduğun için, halalığı bana yaşattığın için (çok manyak birşey gerçekten), tabi ki Aslı'mızı doğurduğun için...

Babaanneme, dünyanın en sevgi dolu babasını doğurduğun için, bana bu burnu ve tombul yanakları verdiğin için (senin suçun biliyorum), melekler hep yanında olsun...

Canım anneme, beni ben yaptığın için, ben olmam için beni hep desteklediğin için, kardeşlerim için, sevgin için, bize her koşulda katlandığın için, merhametin için, sıcaklığın için, bize verdiğin milyonlarca şey için, sen olduğun için, var olduğum için...

Sana ne kadar teşekkür etsem az biliyorum... Anneler günün kutlu olsun melek annem...

Hepinizi çok seviyorum...

Yakında aranıza katılacağım merak etmeyin... Acele yok..

Wonder Woman

"Benim annem, güzel annem, dünyanın en iyisi annem"i bir kenara bırakırsak; benim annem ben çocukken dünyanın en hayat dolu kadınıydı. Kuşa, böceğe heyecanla bakan, şarkılar söyleyen, 8 aylık hamileyken kaydıraktan falan kayan bir kadındı. Farklı bir tipti. Kuzenlerim en çok annemi severdi akraba tayfasından. Çocuklarla çocuk olurdu benim canım annem. Gözleri ışıl ışıl parlardı gülerken.

Hayat kolay değil. Herşey değişiyor. Ben değişime her zaman inanırım. Değişim iyidir. Ama insan ayıklamak istiyor bazen. Değişelim gelişelim ama bazı şeyleri saklı tutalım istiyor. Olmuyor her zaman.

Canım annem şimdi 50'li yaşlarında.. Daha güçlü belki, onun yapamayacağı şey yok bu hayatta. İnsanlara faydalı (sadece yakınlarına değil). Yine güzel bir çiçek gördüğünde çığlık çığlığa. Ama eskiden olduğu gibi çiçeklerle dolu değil evi. Zamanı yok. Yine gözleri ışıl ışıl gülerken ama yorgun. Yine sevgi dolu herkese ama kırgın.

Benim annem süper annem.. İnsan olmak yetmiyor yetmiyor zaten superman superman olmak lazım bazen...

10 Mayıs 2008 Cumartesi

Hayallerin kadar varsın bu zalim dünyada...

Küçük burjuvalar otururlar rahat koltuklarına, büyük ekran televizyonlarının karşısına. Akşam akşam binlerce insan gibi dizilerini seyrederler. Kafalarında saçma salak ufak tefek bi dolu problemleri vardır. Kahve mi içsek, çay mı? Hadi kociş dizim başlıyor, değiştir kanalı. Her Cuma 22.20 Hatırla Sevgili. Karışır tabi küçük kafaları. "Nasıl olur ya, nasıl olur ya?" Ertesi güne unutulmak üzere allak bullak olunur.



Geç yine bilgisayarın başına. Açsana ya şu "Terzi Fikri"yi.. Nasıldı onun sözleri? Terzi Fikri öyle bir elbise dikti ki Fatsa'ya!!



Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa’ya

O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla

Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar

Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından!

Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını.

8 Mayıs 2008 Perşembe

Ev hali...

Şu anda psikolojimizi bozmak için elimizden geleni yapıyoruz. Yanyana oturduk kocişle, o çalışıyor. Ben allahın belası kelimatör oynuyorum. Utku 140000 puan yapmış. Ben nasıl onu geçemem diye ağlıyorum. Yan odada "Esra Erol'la İzdivaç":) Beynimizi karıştırıyor. Emin amcayı kimselere vermeyiz. Emin amca kendince kızına söyleyebileceği en güzel şeyi söylüyor. "Anamın adı ağzımın tadı." Ama biz anlamayız öyle şeylerden, sinirlerimiz de bozulmuş zaten. Nerede olduğumuzu şaşırmışız. Kociş yorumu: "Kızımın adı ananın amı" Hay allahım ya!!

21 Nisan 2008 Pazartesi

beni bu havalar mahvetti...

Bizim küçük sayılamayacak bir bahçemiz var. Ne güzel:) Ama biz dünyanın en üşengeç insanlarıyız (ben ve kociş olarak). Ne fena:( Zavallı bakımsız bahçemiz kimi zamanlar boş bir arsayı andırabiliyor. Oyacığım süper çimlerimize "aaa, bunlar çim mi, kendiliğinden çıkmadı mı?" gibi iç burkan bir yorumda bulunmuştu. Anneciğim çabaladı biraz ama bakmadık dağ oldu falan işte. Bahçıvanımız Ahmet abi zaten matrix ajanı olduğu için daha önemli görevleri var. Bahçe falan ne ki adam matrixi koruyor sağolsun.


Ama sevgili bahçemiz işte, bizim bahçemiz, cici bahçemiz.







Bereketli bahçemiz... Ufacık kiraz ağacımız önce bizi çiçekleriyle çok mutlu etti. Şimdi de kapasitesine göre bayağı iyi meyve verdi. Kızardıklarını da görürüz umarım.












Erikli bahçemiz... Şu anda kirazlarla aynı boydalar. Alırken ne cins bu erik diye sormamışız. Büyüyünce annesine mi daha çok benzeyecek babasına mı? Sürpriz...











Ölümlü bahçemiz... Taa Alanya'dan getirmiştik onu. Bi dolu tomurcuk vermişti gaçen yaz. Kışı atlatamadı. Yastayız.







Doğal bahçemiz... Böğürtlen olduğunu tahmin ediyoruz. Ya da öyle bişey. Ya da ot. Güzel ama:)







Gölgeli bahçemiz... Bir yapraktan kocaman sarmaşığımız oldu. Bizim gibi adamlara da böyle fazla mırın kırın etmeyecek bitkiler lazım. Canımız sarmaşığımız, ciğerimiz bahçemiz...

15 Nisan 2008 Salı

Consumer Care Duy Sesimizi...



Ben mutsuzluğun resmini çektim arkadaşlar. Dile kolay 1500 parça. Hayır yanlış oldu 1499 parça. Ufacık bir karton parçası sinirlerimi alt üst etti. Bütün koltukların halıların altına bakıldı, yok. Eksikliğini ilk gün farkettik ama son parçayı koyuncaya kadar ortaya çıkacağı umuduyla yaşadık. Yarım fincan çayı parçaların üstüne boşaltmam da caydıramadı bizi. Günler geceler yerlerde sürünerek geçti. Sonuç; ellerde nasırlar, salonun ortasında (temizlikçi kadına olsun, yeğenimize olsun) tehditlerle korunmaya çalışılan eksik bir puzzle, my request is currently being processed. Yılgınlık yok direniş var!!

31 Mart 2008 Pazartesi

duygusal okur

Kitaplarımın arasından bir sahaf sefası sırasında 15 yıl önce alınmış bir kitapçık çıktı. Zavallım unutmuşuz seni buralarda deyip okumaya başladım. Cahilliğe verin yazarını da hayatımda ilk defa gördüğüm bir kitap. 20. sayfada o da ne!!! Kitabın sayfaları birleşik. Kesilmemiş. 1971 basımı bir kitap. Kimse okumamış onu. 40 yıldır öyle durmuş okunmayı beklemiş. Pek acıklı geldi bana...

29 Mart 2008 Cumartesi

sims mania

Bir kere de faydalı birşey yapayım. Ben tam bir Sims manyağıyım. Günlerce başından kalkmadan oynayabilirim. Download siteleri de en çok ziyeret ettiğim siteler oluyor haliyle. Onlarca onlarca download sitesi gezdim. Lüzumsuz lüzumsuz bi dolu site var. Tecrübe konuşuyor. İşte favourites:

* www.4eversimfantasy.net

Bu siteden bi tane saç kıyafet falan indirmişliğim yoktur. Objects süper süper...

* http://sims.enorth.com.cn

Chinese arkadaşlar bu işe çok meraklı ve en iyiler onlar zaten. Çin'in önlemez yükselişi. Çok seçenek var.

* http://sunairsims.enorth.com.cn

Kendileri simsreource adlı boktan siteye geçiş yaptı. Bu süper sayfa öldü. Ama halihazırdakiler çok güzel ve adam olana yeter.

* www.peggyzone.com

Yeni yapılan herşey çok kötü. Donation gerektirenler hala güzel. Acayip kıyafet var. Ben gibi kız çocukları için süper. Küçükken de kağıt bebeklerimiz vardı bizim. Yokluk zamanları işte. Öyle bi duygu veriyor insana:)

* http://noukiesims2.net

Bu Noukie denen adam saç yapmayı biliyor. Kolay değil. Saç yapabilen az. Kıymetini bilelim. Saygı da kusur etmeyelim.

* www.raonsims.com

En son keşfim. Hazine bulmuş gibi oldum.

Sims 2'ye bulaşmamış şanslı insanlar için son derece lüzumsuz geliyor tabi bu. Ama benim gibi böyle insanlar olduğunu söyleyin bana n'oluuuur.... Güzel bir koltuk güzel bir saç bulunca çok mutlu oluyorum. Allaaam lütfen sadece ben olamam.

22 Mart 2008 Cumartesi

biiiiiiiiiiiiiipppp...

Nihat Genç ağladı. Ben ağladım...

Berkay'a özel:)

Berkaycım al sana Arzumun son zamanlarda çekilmiş fotosu... Garibim:)


11 Mart 2008 Salı

Hayatımın kadınısın...

Canım Arzum, hayatımda en sevdiğim insan

Şimdi demek isterdim ki; "seni ilk defa kucağıma aldığım an dün gibi aklımda" falan. Ama hafızam hiç bir zaman iyi olmadı. Şunu söyleyebilirim: seni ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Kafanla vücudun arasında boyun yokmuş gibi gelmişti bana:) Birkaç defa tekrarlamıştım hatta insanlara, onlara da enteresan geleceğini düşünerek. Ne kadar şanslı bir insan olduğumu fark etmiş miydim o zaman bilmiyorum. 11 yaşındaydım işte, güzel bebek, tatlı bebek, oyuncak gibi falan gelmiş olabilirsin o yıllarda. 29 yaşımda rahatça söyleyebilirim ki, her zaman söylediğim gibi hayatımdaki en büyük şansım ailem. Ve senin gibi mükemmel bir kardeşe sahip olduğum için çok mutluyum.

Aile meseleleri ince meseleler. Ailemiz bize çok şey verir, çok şey alır. Çok zor günler de geçirdik demek isterdim ama en zorlarını sen geçirdin. İncecik narin görünüşünün çok üstünde güçlü bir kız olduğunu gösterdin herkese. O kadar çok isterdim ki gerçek bir ablalık yapıp gözlerini kulaklarını kapatıp ruhunu yaralayacak herşeyden seni uzak tutmayı. Biz "zırıldak duygusal ailesi" kendi yaralarımızla uğraşırken minicik Arzumuzu unuttuk çoğu zaman. Herkes adına senden özür diliyorum bebeğim. En büyük yaraları biz en yakınındakiler açtık sende.

Sen bugün 18 yaşını dolduruyorsun. Kocaman bir kız oldun artık. Ablanla içmeye gidip yataklara falan kusacak yaşa geldin:) Gerçek dünyayla karşılaşmaya başlayacaksın artık. Gördüğün birçok şey hoşuna gitmeyecek. Ama artık kendi yolunu çizme vakti ve önündeki yol ne kadar sana ait bir yol olursa o kadar mutlu olacaksın. Hiçbir şeyden korkma canım. Korkuların yolunu şaşırtır. Bundan sonra sen varsın ve yapmak istediklerin...

Doğum günün kutlu olsun demek istiyorum, boğazıma birşey tıkanıyor. Zor geliyor. Kabullenmek istemiyorum 18 yaşında olduğunu. Hayatın boyunca o evde annenin yanında kalmanı, ben kırk yılın başında, bencilce, canım istediğinde geldiğimde "ablaaaa, ablacım" deyip sarılmanı istiyorum. En büyük derdinin okul eteğinin boyu olmasını istiyorum. Hep Bursa'ya gelmeni, altınsarısı babetler aramamızı istiyorum. Seni laptopunla bir odaya kapatıp 50 yaşına kadar çıkarmamak istiyorum. Ah Arzucum, kalbimi çıkarıp şu anda neler hissettiğimi, 2 aydır ne karın ağrıları çektiğimi göstermek istiyorum sana. Ne kadar heyecanlıyım, ne kadar mutluyum aslında, ne kadar korkuyorum anlatmak istiyorum, anlatamıyorum. Söyleyecek söz bulamıyorum.

Yüzüne karşı bu saçma sapan şeyleri bile söyleyemezdim. Yarın muhtemelen seni arayıp "mutlu yıllar bitanem, bu akşam ne yapacaksınız" falan diycem:)

Canım kardeşim, iyi ki doğdun... Hayatımızı güzelleştirdin.

P.S. Bizim anne babalarımız herkesin bize tecavüz edebileceğini düşünür, biz hiç kimsenin bize tecavüz edemeyeceğini düşünürüz. İkisi de doğru değil bebeğim:) Al bu da sana abla nasihati...

19 Şubat 2008 Salı

dipnot

Ben kendimi tutamıyorum bişey daha diycem. Şimdi elimizde çok somut bir kanıt var ya: "Bu türbanlı hatunlar okuyacak doktor olacak, erkek hastalara bakmazlar. Oh my God, bitte schön!" Al sana tıp dünyasının çöküşü... Peki türbanı beyninde erkek doktorlar ne olacak?? Onların kadın hastalara bakıp bakmayacağını nereden bileceğiz?? Bence CIA'den FBI'dan destek almalıyız. Onlar beyin okumanın falan da bir yolunu bulmuşlardır. ÖSS kalkıyor ya yerine böyle bir sistem kurulabilir. Okuruz beyinlerini ortalamaların üstünde dindar olanları, Atatürkçülük, laiklik kavramları az gelişmiş olanları almayız üniversiteye.
Aslında türbanın serbest bırakılmasını ben de tam olarak isteyemiyorum arkadaşlar. Bu saatten sonra neler olabileceğini gerçekten bilemeyiz. Ben diyorum ki keşke hiç yasaklanmasaydı...

18 Şubat 2008 Pazartesi

Evet, yüzeysel bir insanım...

Türban hakkında iki laf etmemek olur mu olmaz; zaten kafası karışık bir insanım her konuda... Bu konuda da ağzı yüzü düzgün laflar etmem beklenemez tabi ki de...

* Ben üniversiteye girdiğim zaman türban yasağı yoktu. Galiba ben 2. sınıftayken ya da 1. sınıfın sonunda çıktı bu zırvalık. Ne yapacağını şaşırmış arkadaşlar birgün dediler ki kılık kıyafet düzenlemesi geliyor. "Nasıl yani? Kime?" Ayrımcılık yok ya, herkese. Bir takım yarım akıllı devlet memurları bizim okulun önüne kamp kurdu. Sakallıları (tam sakal, keçi sakal, bıyık mıyık, epilasyoncu randevularını kaçırmış tüm kızlar falan), mini eteklileri (mini eteğin boyuna da seks hayatlarının o günlerdeki performanslarıyla karar veriyorlardı heralde), göbeği açıkları ve tabi ki türbanlıları (bir takım ikiyüzlü insanlar başörtüsü ve türban aynı şey değildir falan diyor ya, başörtülüleri de) okula almamaya başladılar. Bütün okul yıkıldı tabi. Eylemler başladı. Sağcısı, solcusu beraberdi başlarda. Duygu dolu anlar falan işte. Sonra "tamam ya, ne yaygara yapıyorsunuz bizim amacımız belliydi zaten, bizim gıcığımız türbanlılara" dediler. Türban yasağı gelmiş oldu. Bu türban yasağı benim gibi etliyle sütlüyle alakası olmayan insanların hayatında neler değiştirdi? Üniversiteler aydınlık bilim yuvaları haline geldiler????? Bizim bölümde bir tane başı kapalı arkadaşımız vardı. Peruk taktı geldi. Bu kadar.
* Bizim bölümde bir tane başı kapalı insan vardı demek birşey ifade etmiyor elbette. Boğaziçi'nde belki toplasan beş tane vardı. ODTÜ'de de öyle. Ama Selçuk Tıp'ta kızların çoğu türbanlıydı belki de ve birbirlerini etkiliyorlardı. Her yıl ordaki türbanlı kız sayısı arttı. İstatistiklerle konuşmuyorum bu arada atıp tutuyorum. İzlenim diyelim. Şimdi diyelim ki bu adamlar iyi örgütleniyorlar, nasıl bir örgütlenme ve sinsi plan benim başımı kapatabilir diye düşünüyorum, olamaz öyle birşey. Evet, şeriatle yönetildiğimiz zaman örterim ne yapalım... Böööööeaa!!!!
* Özellikle Akp hükümetiyle birlikte muhafazakar kesimin kendine güveni geldi. Aşağılık kompleksleri kalmadı. Bizim de hakkımız en güzel kıyafetleri giymek, bizim de hakkımız gezmek, sokakta olmak, bizim de hakkımız lüks tatiller yapmak diye düşünüyorlar. Birçoğumuza görgüsüz, sonradan görme gelebilir bu haller. Ama "muhafazakar Atatürkçü" tiplerin elitist tavırları baymadı mı hakkaten ya... Artık türbanlı kızlar daha çok sokaktaysa, evlere kapanmıyorlarsa, okumak istiyorlarsa bunda kötü ne var???
* İkiyüzlülük başımızdaki en büyük bela. Burası özgür bir ülke, herkes istediği gibi örtünebilir. Ama gözümüze görünmesinler lütfen...

18 Ocak 2008 Cuma

eksik post...

Nereden başlamalı? Ne demeli? Alnımın akıyla bu posttan nasıl çıkmalı? Hiç mi başlamamalıydı? Ne desem hep eksik çünkü...



Çarşamba günü Konya'daydık. "Öğretmen Fatma Menekşe Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi"nin açılışındaydık. Anneciğim en büyük hayalini gerçekleştirdi. Arkadaşlarıyla, öğrenci velileriyle "olmaz, yapamazsınız, bu işler böyle olmaz" diyenlere inat birbirlerine inanarak, birbirlerinden güç alarak okullarını yaptılar. Bize de bu gururu yaşamak düştü. Hakkımız varmış gibi...



Annem zihinsel engellilerin önündeki engelleri kaldırmak için yola çıktı, hergün önüne yeni engeller çıktı. Destek istedi, başta en yakınları bizler olmak üzere herkes köstek oldu. Sonunda yine hepimizi ağlatan konuşmasında özür dilemek anneme düştü. "Çocuklarımdan, eşimden ve tüm yakınlarımdan onları ihmal ettiğim için özür diliyorum." Anneliğiyle, alçakgönüllüğüyle, merhametiyle yüreğimizi sızlattı. Hiç haketmediğimiz bir mutluluğu, gururu yaşattı. Benim ve kardeşlerimin şansı da bu işte. Hayattaki en büyük şansımız Fatma Menekşe ve Hüseyin Menekşe'nin çocukları olmak. Ama canım annem yine konuşmasında "ben buradaki velileri görünce artık kendimi anne olarak görmüyorum" diyebildi.



Söyleyecek o kadar çok şey var ki; birbirine sokuyorum herşeyi. Yıllarca birçok yerde Hüseyin Menekşe'nin eşi olarak tanıtıldı belki annem. Ama o gün babam devlet bakanı Nimet Çubukçu'ya Fatma Menekşe'nin eşi olarak tanıtıldı. Şimdi ben annemin doğduğu köye dönsem, çok sevdiği babaannesini, en iyi arkadaşım dediği babasını mezarlarından çıkarsam "bakın işte yetiştirdiğiniz kıza bakın" desem. "Rahat uyuyun siz görevinizi hakkıyla yaptınız" desem.



Dönüyorum yine en başa, ne desem hep eksik...



Anneciğim; bütün sıkıntıları bizden ayrı yaşadın. Mutluluğunu yine bizimle paylaştın. Teşekkür etsem?? Diyorum ya EKSİK...




3 Ocak 2008 Perşembe

"çene gene başka sikle gerdekte" ne demek???


Anaç duygularım artık tavan yaptı galiba. Yaşla ilgili birşey olsa gerek. Günlerdir Ceza dinliyorum. Ne alakası var di mi? Ben bu Ceza denen oğlan çocuğuna çok fena bir şefkat geliştirdim. Takdir ediyorum falan ama baskın duygum şefkat. Bu sevgili kardeşimiz çok ciddi ya, ben üzülüyorum ona. Başını okşayasım geliyor. Sırtına biraz masaj falan yapsak diyorum. Biraz gevşer mi acaba??

misscow

Ben inek çok seviyorum. İnekli herhangi birşey gördüğüm zaman ağzımın suları akıyor, içime sokasım geliyor. Ben lisedeyken daha 5 yaşında olan kardeşim dayanamayıp çok tatlı ineğini bana hediye etmişti. Nasıl göz koyduysam ufacık bebeğin oyuncağına, ya da tabi ki de benim kardeşim nasıl üstün bir insansa:) Battaniye olsun, oyuncak olsun, fincan olsun bu yıllardır böyle. En son Milka'nın yaptığı çantalı ambalaj da tabi ki de (Milka sevmememe rağmen) elime yapıştı. Bu satın almak değil atlamak. Ailece dengesiz duygularımız olmasının da bunda etkisi vardır tabi. Benim pek bi dindar babacım bir kurban bayramında inek kestirip eve gelip ağlamaklı ineğin ne kadar güzel gözleri olduğundan falan bahsedip hepimizi bunalıma sokmuştu. İnek seviyorum işte, bunun üstüne de fazla düşünmedim aslında seviyorum. Ama yeni bir teori geliştirdim. İnek o kadar kocaman ki ve aslında istese öyle bi ağzımıza sıçar ki.. Fekat kendisi yüzyıllardır kendini tamamen gönüllü görünen bir şekilde insanlığa adamış bir hayvan. O kadar saf salak ki. Görüntüsüyle çok çelişiyor yaratık. Kediden bile korkan insanlar var ama inekten kimse korkmaz heralde. Canımmmm ya yazık çok tatlılar...



Bu resimdeki inek misscow. Balonun içindeki konkişşş de ben. Canım kocacığım wallpaper yapmış konkişine.

2 Ocak 2008 Çarşamba

Alkaseltzer piyasada var mı hala??

Yeni bir yıl... Ne oldu? Yeni ajandalar aldık. Çoğu bir kaç ay içinde işlevsizleşecek. Ajandalarıyla yatıp kalkan insanlara öpücüklerimi yolluyorum. Ben çok seviyorum öyle insan tiplerini. Birbirimize hediyeler aldık. (Ben almadım, her iki anlamda da.) Hediye alan insan tiplerini de severim. Abiciğimin özlü sözünün sırasıdır: Hediye al ama hediye alma:) Yeni başlangıç hesabı kararlar falan alınmıştır heralde, ben karar verenin kararlarına uyanını severim. Yani "ne oldu?" diyorum ama ben insanların yeni yılda birşey olmuşunu severim...